Ayasofya'nın üzerinde açan çiçekler. Eflatun renginde ve yüzleri dönük...
Yürürken duymuş olduklarımın bazılarının içeriğinin yorgunluğu ve "sokağa çıkmasam böyle şeyleri daha az duyarım" hissiyatına gark olduğum bir anda Ayasofya'ya bakarak etrafında turlamaya başladım. Bakış esnasında yürüyüşün görsel avantajını bilen zaten bilir.
İşte bu biçimde yürürken onu fark ettim. O pembemsi, morî çiçek. Biraz fazla romantik olabilir belki ve fakat etkilendim. Bana bir mucize gibi görünüyordu. Halen de öyle. Fakat fotoğrafı gösterdiğim kişiler sanki hergün kullandıkları trafik lambasında kırmızı yanmış gibi durağan tepkiler verdiler. Bu sebeple "Belki de onu oraya ekmiş olabilirler." diye düşünmeye başladım.
Şimdi ise şöyle düşünüyorum: Bi kıza sevdalı olsam, ve oluru olsa o çiçeği koparmanın, o kız istedi diye o çiçeği koparır mıyım? Cidden zor soru.
Günlerden 23 mayıs 2019 idi bu manzarayı gördüğümde... Artık bu sitede fazla paylaşım yapmıyorum. Küstüm-oynamıyorum misali... Yinede bunu herkesin görmesinin, hele ki İstanbullular'ın görmesinin iyi olacağını düşündüm.
Bahadır Gezer
Bazen sayarız ya? Sırf zevk olsun diye sayarız bazen. Küfür etmekten bahsetmiyorum saymak derken. Bildiğin saymak.
Örneğin, hiç içinde bulunduğun ortamda kaç ses var saydın mı?
Örneğin ofiste otururken sokaktan gelen araba nehri sesi, yazıcının sesi, ayağınla tuttuğun ritmin sesi, yan masadakinin çay bardağını karıştırış sesi, etti 4, çalan telefonun sesi vs… sayı gittikçe artınca gurur duy bence. Yani kaç ayrı sesi hem yekun hem de ayrık işitebiliyor beyin&bünye.
Tabii bi de orkestra şefleri var, adam 200 ayrı enstrümanı bu şekil duyuyo…
Ses saymak, kişinin kendi başına oynayabileceği pratik bir oyun olup ayrıca kabiliyet geliştirici etkisi olan bir aktivitedir. Uygulayınız.
Bundan sonra görüntüdeki objeleri saymaktan bahsedip göz iris piksellerini kendi gözünle görebilmekten dem vurabilirim.
Göze bir lens takıyon… Mikroskopik mercekli bu lens, gözün en ufak görüntü bileşenini görünür kılıyor. Yani laptop monitöründeki o karemsi minicik parçacıkların gözdeki versiyonlarını (birimlerini) kişinin kendi gözüyle bakarak görebilmesi… Böylece örneğin, kim kaç birim kaplıyor görebilmek…
Yani insanın ışığını ölçmek gibi…
01:44 27 Ağustos 2018 Pazartesi İstanbul Bahadır Gezer
Estetisyenler doktor olduklarına göre çirkinlik bir hastalık. Bulaşıcı mı, onu estetisyenler bilebilir belki.
11:53 1 Eylül 2018 Cumartesi İstanbul Bahadır Gezer
DVD yazıcısı bir zamanlar müthiş bir donanımdı. Creative ve Pioneer marka DVD yazıcıları pahalı ve fakat kaliteli ve hızlıydılar. Bilgisayara bu donanımları eklemek büyük olaydı. CD yazıcısı da önemli idi ve fakat DVD çok fazla bilgi aldığından artık kaset ve CD doldurma dönemi kapanmış ve sevgililere/arkadaşlara DVD doldurup (kâh müzik, kâh video ve oyunlar ile) hediye etme dönemi başlamıştı. Biz bu DVD aksiyonuna “DVD doldurmak” ve/veya “DVD yazmak” dediydik. Amerika’da ise bu olaya “burning DVD” deniliyordu. Yani “DVD yakmak”. Aslında Amerikanca tarifleme oldukça yerindeydi. DVD’nin yüzeyinde ışıkla iz bırakma tekniği ile gerçekleştirilen DVD doldurma olayı aslında bir nevi DVD’nin kontrollü yakılarak ardında oluşan izleri okuyucunun okumasını sağlamaktı. Yani bilgisayarlarımız bir anlamda kaynakçılık yapıyordu. Bildiğin metal kaynaklamak gibi. Velakin kaynak yapılan nesne ağır ve sert bir metal değil, kırılgan ve nazik DVD oluyordu bu durumda.
DVD okuyucu/yazıcı standart bilgisayar donanımı olmaktan çıkmadan hemen evvel, bu donanımlara sahip bir bilgisayar alıp, çok ender kullanarak uzun süre dayanmasını sağlamak mantıklı olabilir. Çünkü DVD’nin CD ve kasetlere yaptığını Blu Ray ve USB aygıtları DVD’ye yapıyor. Ne var ki DVD’nin üretimi Blu Ray ve USB’den ucuz. CD ve kaset üretimi DVD’den daha pahalı idi. Bu sebeple DVD halen tutunuyor gibi görünüyor.
Pul toplamayı ve DVD toplamayı seviyorum. Eski ve uluslararası paralar, pullar ve DVD’ler biriktirmeyi sevdiğim şeyler. Saat biriktirmeyi de seviyorum ve fakat maddi durumum bu konuda pek bir gelişme gösteremememi sağladı.
Ve itiraf ediyorum: ABD’de yaşarken bazen pırlanta televizyon kanalını izlerdim. Yakutlar, zümrütler, safirler, elmaslar satılıyordu bu kanalda. Burada her derde deva diye şifalı meşe yaprağı satılıyor ya, onun gibi bir şey. Ve fakat sadece taşları satıyorlardı. Yani mücevherat/ziynet usulü yüzükler, kolyeler, küpeler falan değil. Sadece ve yalnızca taşlar. Saatlerce izlerdim kanalı ve taşlara bakardım. Ve tabii bu taşları alabilecek paramın olmayışına hayıflanaraktan değerli maden biriktirememiş olmanın hüznünü yaşıyorum.
Öyle ya da böyle; bir şeyler biriktirmek belki de motive edici bir olay. Ya da basit bir şahsi tatmin biçimi. Yani bu mantıkla baktığımızda en güncel İngilizce-Türkçe ve Türkçe-İngilizce sözlüğü edinmek için gazete kuponu biriktiren bir karakterim var benim mesela. Maalesef en güncel Redhouse ya da Langenscheidts büyük sözlükler hiç de ucuz değil. Ve bir kelimenin anlamına herhangi bir dilde bilsem dahi bazen “bu kelimenin bu anlamı taşıdığını 2017 Redhouse sözlüğü ifade etmektedir.” diyerek referans göstermem gerekebiliyor.
Saat baya geç oldu.
İyi geceler
02:01 2 Eylül 2018 Pazar İstanbul Bahadır Gezer
Eskiden ve halen Amerikan polis arabalarına özenirim. Ben nedense hep polis arabaları böyle muhteşem şeyler olsun isterdim erken yaşlarımdan beri. Amerikan polis arabaları patiler çekerken, zıplarken, atlarken, set oluştururken bizim külüstürler zor çalışırdı. Polis arabası kalitesini sokaklardaki sıradan arabaların üstüne çekmeyi bile başaramadık.
Ve fakat New York Belediyesi yeni nesil taksileri Türkiye’den ithal ediyor. Yani yapıyoruz. Kabiliyet var. Mesele o değil. Mesele niyet.
Otokar milli polis arabası üretse güzel olur aslında. Sadece Türk Polisi’ne özel, ve Otokar kalitesinde araçlar. Hem de metropol trafiği görüntüsüne yakışacak araçlar. Artık Türk Otomotiv Sanayii özel meslek alanları için özel imalatlar geliştirip bu ihtiyacı en kaliteli biçimde karşılayabilecek yapıdadır diye ümit ediyorum.
23:27 4 Eylül 2018 Salı İstanbul Bahadır Gezer
Akıl yetiremediğim bir mevzudur: Kırsalda dolaşırken beton bir künke bağlanmış beyaz bir at gördüm. Yaklaştım. Yanlış yaptım ve arkasından yaklaştım. Çifte attı. Bir daha denedim, bir çifte daha. Toynaklarını burnuma iki santim mesafede görünce iki kez üst üste, vazgeçeyim diye düşündüm ve lakin bu sefer önünden beri bir yaklaşayım dediğim anda at dellendi, künkü yerinden kopardı. Yani betonu betondan ayırdı ve koşmaya başladı. Şaşkınlık içinde bakıyordum. İleride ki böğürtlenlik gibi çalıların arkasına soldan bir giriş yaptı ve bir anda çalıların sağından heybetli, korkunç, deli bir kara boğa çıktı. Boğa yaldır yuldur haldır huldur üzerime koşuyordu. İnsan bazen kısacık zamanda uzun uzun vakitleri alacak düşünceleri aklından geçirebiliyor… Düşündüm: “kaçarsam, aramızdaki mesafe ve boğanın hızını göz önüne alırsak ben daha tam hızıma kavuşamadan bu boğa beni yakalar. Aramızda neredeyse 20 adım kaldı. Benim ailemde Boğaç isimli kişi var. Yani bizim ailede bu mantık var; en mantıklısı boğanın burnunun ortasına şöyle sağlam bi yumruk oturtmak. En güvenlisi bu bu durumda.” Ve vücudum ileri doğru atik bir hamle yaptı. Boğa şaşılacak bir kıvraklıkla bir anda u dönüşü yaptı ve bayırın yukarısına doğru koşarak uzaklaştı.
Şimdi, bana gelecek tepkileri bildiğimden ötürü ben diyeyim ki at çifte sallayınca şuurumu kaybedip hayal gördüm.
Ve fakat anlattıklarım tamamen olmuştur. Ve bu benim hayatımda mucizeler silsilesinde en tepede yer alan olaydır diyebilirim. Yine de demem. Çünkü insani şahidi yoktur. Şahid niye mi gerekir? Olan gerçekten olmuş mudur sorusunun cevabına tek kişinin yetemeyeceğini düşünür vaziyettedir insaniler.
13:11 6 Eylül 2018 Perşembe İstanbul Bahadır Gezer
Geniş bir tımarhane. Aynı tımarhanede olduğu gibi akıl vermek için can atanlar, akıllanmamak için direnenlerle dolu, velakin istisnasız tüm cümlenin manyak olduğu bir diyar.
10 Eylül 2018’de A Milli Futbol Takımı hocası Lucescu’nun Hürriyet gazetesinde söylediği bir laf: “Milli Takım çağrısını reddeden futbolcular var.” ! Oha! Bürrssst! Çüş be! Bu ülke gündemini sarsacak bir durumdur. Dengeli, akıllı insan bunu kabullenmez. Karşı koyar. Sorar, soruşturur. Maaş alıp kaytarma sanatına iş denildiğini söyleyen güruhun hakimiyetinde ki Türkiye’de Milli Takım reddetmek oldukça makul bir biçimde afiyetle sindiriliyor. Hakkında konuşmuyoruz bile. O kişilere sporcu denemez. O kişilerin lisansları iptal olmalı. Hem de lisansı hangi ülkeden olursa olsun. Suç ulan bu! Lucescu söyledi. Daha ne yapsın.
Güzele bakmak sevaptır ve dolayısıyla çirkine bakmak günahtır.
17:28 13 Eylül 2018 Perşembe İstanbul Bahadır Gezer
Kana kana kahve içmeyi mümkünleyen Starbucks soğuk kahve uygulaması ve ürünlerine saygımı sunuyorum. Teşekkür ederim, ellerinize sağlık.
18:19 19 Eylül 2018 Çarşamba İstanbul Bahadır Gezer
Bu site SSL sertifikalıdır.
This site is SSL certified.
Akıllı klüp yönetimi takımdaki futbolculara tek tek sorar “kimle oynamak istiyorsun?” diye. Öküz vesselam ise Şampiyonlar Ligi’nde gruplardan çıkmak garantilenmişken o esnada Avrupa’nın en gözde golcüleri arasında yer alan futbolcuyu “Ama para veriyolar. Hem de çok.” deyip gider Everton’a satar.
Kah kah kah kih kih kih… Stadı da beğenmiyorum zaten. ...ak gibi olmuş. Ne bi görkem var ne bi ihtişam. Dolmabahçe’ye sıradan, orta Avrupa kalitesinde stad dikti hopdininanay naynayninaynom yönetim. Boğaz’da motordayken ilk defa görene “Bak işte orda… Saat kulesi, caminin arkasında…” dendiğinde “A ah? O stad mı?” tepkisi almak… Ucuzcu yönetim!
Biz taraftarları Şampiyonlar Ligi gelirine ortak et. Bize densin ki “Bu sezon ki Şampiyonlar Ligi katılım lotları Yarı Final’e kadar opsiyonlu olmak üzere satışa sunulmuştur.” Biz gidelim, kimimiz 500₺, kimimiz 10,000₺ vererek Beşiktaş Sezon Katılım Lotları alalım. Ve lotlarımızın oranı doğrultusunda alınan sportif başarılardan elde edilen gelirden pay alalım. Böylece klüp sezon öncesi duyulan güven ve destek duygusuyla ekonomik olarak kuvvetlensin, taraftar daha aktif olsun, sportif başarı motivasyonu yükselsin.
Teşekkür ile arz ederim,
12:11 30 Ekim 2018 Salı İstanbul Bahadır Gezer
Herşey berbat. En az 10 senedir bu böyle. Bu mutsuzluk o kadar belli bir halde ki, şu andan itibaren hayatımın geri kalanın her anı, dakikası, saniyesi, saati, günler ve aylar ve yılları huzur ve mesudiyet dolu olarak geçse, yine mutsuz ölürüm. Çünkü bu yaşam zamanı verebileceği mutluluktan fazla üzüntüyü şimdiden vermiş bulundu.
17:22 31 Aralık 2018 Pazartesi İstanbul Bahadır Gezer
--
“Katolizm’den Ortodoksluk’a yöneliyorum. IV Haçlılar’ın Dünya’nın en kalabalık Hristiyan şehri Konstantinopolis’i yağmalamaları! ben bu yanlışı bilmiyordum… yani bu kabullenilebilir bir şey değil! Dendiği gibi belkide Dünya tarihinde örneği yok. Şehir halkı kardeşlerine kapıları açıyor ve “kardeşler”in gazabına uğruyor… Bu kabullenilemez… Dayanılcak gibi değil…”
“Allah sana İstanbul’da Ekümen Kilise Patrikhane’de ayine katılmayı nasip etsin inşallah.”
14:33 23 Ocak 2019 Çarşamba İstanbul Bahadır Gezer
--
İkiside kadındı. Biri Meclis’te Türkçe haricinde yemin girişiminde bulundu. Diğeri dini ikonayı Meclis kurultayına soktu. İkiside militandı. İkisi de yanlış ve kötüydü. Bu yüzden ikisi yakın tarihlerde ve paralel çalışıyor ve protesto ediyorlardı. Kimi? Türkiye’yi.
Bir devletin, sağlıklı bir devletin yalnızca bir resmî dili olur. Farklı dillerin eğitimi, konuşumu heryerde yapılabilir ve fakat devlet evrakı tek dilde olur. Bir resmî dil yasasını bilmeyenlerin, tanımayanların devletinin, ulusal kimliği, bireysel kimliği falan olamaz. Militan vekîle yanlıştı.
Dini ikonaların kamu alanlarında kullanımının, teşhirinin serbest bırakımı inancın kendisine zarar verir. Tecrübe ile sabittir. Binlerce yıl böyle göstermiştir. Meclis’e boynunda koca bir altın haçla girmek abestir. Takkeyle girmek abestir. Başörtüsü, türban ile girmek abestir. Kıyafet kod kanunu zorunluluktur. Meclis’e avukat kıyafeti ile de giremez bir vekil. Doktor kıyafeti ile de giremez. Yerlere, makamlara ve zamana uygun kıyafetlerin olduğunun bilinmiyor oluşu, bir zibidinin sahabe kıyafetiyle sokakta dolaşımına göz yuman resmî/sivil topluluğun oluşu hastalıktır. İbadet kıyafeti ile sokakta kendini ibraz edenin samimiyetsizliğinin şovenistliği ise iğrençtir.
13:13 22 Şubat 2019 Cuma İstanbul Bahadır Gezer
--
15 Temmuz tarihinde Türkiye’de akşamları sela veriyor camiler. İki senedir, bizim eve en yakın camiden uzak olan ama sesi bizim eve daha çok gelen camiden 15 Temmuz’larda sela okunuyor! Kandillerde, Cumaları ve cenaze önceleri okunan, yani kutsiyeti ayan olan sela; 15 Temmuzlarda okunuyor!
Hazır olan ayrı, hazır duran gayrı…
İstanbul’da birçok caminin alemlerinin yamuk durması ise başka bir hadisedir. Bir dakika… Bu anlattığımın fotoğrafları var mı bilgisayarımda, ona bir bakacağım…
Bu esnada, bilgisayardaki tüm fotoğrafları taramaktansa zaten yayında olan bir web sitemde paylaşmış olduğum iki fotoğrafın durumu özetleyeceğini düşündüm. Ve fakat bir baktım site çalışmıyor! Yani fotoğraflar açılmıyor sitede! Telefonumdan girdim, yine aynı. Web sitesi mimarlığı yazılımı ile siteyi güncellemeye çalıştım ama o da sonuç vermedi. GoDaddy isimli firmayı arayıp teknik destek almaya karar verdim. 2 dakika bekleme süresi verdiler. Bu esnada ezan okunmaya başladı. Beklerken bir süre sonra siteye tekrar girmeye çalıştım. Ve tam telefonun öte tarafındaki kişi “merhaba” derken site sorunsuz bir biçimde açıldı. Bu bana çok olan bir mevzu. Kredi kartı ile ilgili bir sorun çıkar, ararım, konuşacak birine ulaştığım anda sorun ortadan kalkar. Yemek sipariş ederim, gelmez gelmez, tam niye gelmedi diye ararım telefonla, aynı anda kapı çalar. Evren’in işi gücü benle makara.
Bu arada fotoğraflar aşağıdaki gibidir. Sulltanahmet’de aşağıdan birinci şerefenin önünde ki alem bariz yamuk. Ben tabii iş bu noktaya gelince durumu takıntı haline getirdim ve her yamuk alemli caminin fotoğrafını çekmeye başladım ki baya bir birikti. İstanbul’un gözbebeği Sultanahmet’de durum bu olunca şehrin tümünde durumun nasıl olacağını tahmin etmek için dahi olmak gereksiz.
Diyanet’in Mars’a cami yapmaya yetecek bütçesi varken olanlar bunlar.
13:39 22 Şubat 2019 Cuma İstanbul Bahadır Gezer
bahadirgezer@hotmail.com
2017-2023 © All Rights Reserved by Bahadır Gezer
Dün internette atom bombası patlamaları (deneyler dahil) izledim. Dehşedî. Çok ısı ortaya çıkıyormuş gibi görünüyor ve biz-insanlık bunlardan yaklaşık bin tane patlattık (deneyler). Tabii korunmuş sahalarda.
O zaman; ortaya baya bi ısı çıkmış. Bunun tersini yapalım. Yani atom bombasının yapabildiği ısı ve etki alanı çapında dondurma bombaları patlatalım. Patladığı anda, alanında hava da dahil, her şey donsun. 5-6 gün sonra eriyebilir ve fakat en azından yaptığımızın dengesini yapalım.İklim durumu bugün Hussein Barack Obama’nın akşam yemeği konuşmasında zıvanadan çıkıp “Pentagon iklim sorunun bir milli güvenlik konusu olduğunu söylüyor! Çıldırcam! Halen ‘eeee yani?’ modundasınız be!” minvalindeki halini izledim.
İlk güvenlik tedbiri: yaşayacabilecek başka bir yeri ve oraya gidebilmeyi garanti altında tutmalıyız.
İkinci güvenlik tedbiri: Dünya’yı acilen yoğun bakıma almalıyız.
Üçüncü güvenlik tedbiri: İkinci tedbirin uygulamasında kararlılık göstermeliyiz.Dördüncü güvenlik tedbiri: Panik olmalıyız
Dünya’nın kuzey ve güney yarım kürelerinde suyun aşağı hareketinde iki yarım kürede farklı yön takip edişini okuyanların çoğu bilir. Su bir yarım kürede saat yönünde, bir yarım kürede ise saat yönünün tersinde girdap oluşturur. Bu dengedir. Dünya’nın beşeri elementi suyun bu gezegendeki simetrik ve hassas dengesidir söz konusu olan.
Evet; buzullar eriyor. Ve fakat iki futbol sahası büyüklüğünde buzul erirken bu buzulun bir biricik damlası kuzey-güney su dengesini kırabilir ve iki yarım kürede de su aynı yöne gark olursa 2 saniye içinde 3 bin metre yükseklikteki dalgalar oluşacaktır. Yani su bir yarım küreden diğerine rush edermişçesine tarifsiz bir felaket ortaya çıkabilir. Dağlarda ve yükseklerdeki canlılar ise ani değişen su seviyesine kıyaslı rakımdan ötürü dehşet basınca maruz kalabilir. 2 ilâ 3 saniyede Dünya’da yaşam (balıklar da dahil… niye mi? 3 bin metrelik dalga patladığında naapçak o balık?) tamamen sonlanabilir.
Adam (Hussein) bu yüzden avaz avaz bağırmış vaziyette.
Hepimizin birşeyler yapması gerek. Düşünmemiz gerek. Uygulamamız gerek. Niye biz diyorum? Çünkü örneğin düşündüklerimi inşa edebilmek kalabalık ve çoğulsal kalabalık tarafınca yapılabilir. Ve fakat 8 milyar insansak, hepimizin iklimle ilgili bazı fikirlerimiz olmalı. Ciddiyim. İstersen kalk “Limanda gemilere buz dolduralım ve kutupta bunları boşaltalım.” falan de… istersen “kutupların üzerinde, havada bulut patlamaları yapalım ve buzulların üzeri bulut ile kaplansın ve böylece buzlar daha yavaş erisin ve hatta erimesin.” falan de… Ya da benim “I Want One” kitabında belirttiğim gibi “dev cam su şişeleri gibi gökdelenler yapalım. Bunları su yerine değişik kimyasallardan oluşan bir gaz ile dolduralım ve elektrik kullanımı ile bunu buzdan daha soğuk yapalım. Beyrut’da yapıldığında şehrin sıcaklığını 2-3 derece aşağı çekebilir.” de… dalga geçmiyorum. Cidden dalga geçmiyorum. Kutup buzlarını ısı geçirmez bir örtü ile örtmek?
Bu arada şeyi biliyor musun? Şeyi ya; bundan 9000 yıl evvel Dünya’ya dev bir meteor düşmüş. Velâkin okyanusa düşmüş. Kocaman bir kaya gibi bir şey. Denize çarptığında 14 metre çapında bir taş gibiymiş. Tabii batmış denizde ve zemine oturmuş. Ara ki bulasın. Niye mi önemli? Kimyası sebebiyle. Anti-radyasyonel özelliği olduğu düşünülüyor örneğin. Yani radyoaktif alanı bir anda temizleyip yaşanılır yapan bir yapısı var.
Bunun yanında bir de şöyle bir şey olsa iyi olur: Atom bölündüğünde nükleer patlama oluyor ya? Bir çeşit kalkan bombası yaparsak iyi olur. Bu öyle bir bomba ki patladığında kimsenin bundan haberi olmuyor. Patlıyor ve havanın kimyasını değiştirerek atomun bölünmesinin imkansızlaştırılmasına neden oluyor. Bu bombalar sürekli patlatılıyor ve havanın yaşamsal kalitesi bundan olumsuz etkilenmiyor. Ve atom bu bombanın patlatılmış olduğu alanda bölünemiyor. Atom-molekül sıklaştırıcı denebilir.
İklim. Her an cümbür cemaat facia içinde ölebiliriz.
Bu an şu an ama o an ne zaman
01:40 18 March 2019 Pazartesi İstanbul Bahadır Gezer
Manyaklarrr! Ula ula niye aziyler! Yahu ortalama yaşamın 900-1000 yıla çıkmasını 6-8 sene içerinde mümkün kılacak projeleri anlattım. Bi de üstüne yayınlatmayı başardım. Bi de üstüne amazon.com’da bn.com’da satışının gerçekleşmesine önayak oldum. Ula kendinizi umursamıyosanız beni umursayın be! Ben yaşamak istiyorum bir 800 sene daha kadar yahu! Sen istemezsen isteme! Ama kalkıp da Işın Yelkenlisini tek başıma benim inşa etmem beklenemez yani… Oha yani… Ben mi yapayım insandaki hücre yenilenmesini hızlandıracak ve hücre ölümünü durdururcasına azaltıcak ve suda eriyen tabletleri? Çüş artık… Tabletin içeriğinin nasıl elde edileceğini açıkladım işte! Yahu hepi topu 20 tane proje anlattım “I WANT ONE Xlibris Publishing” de… 20 tane ya… 20… Ula kendini düşünmüyosan beni düşün yahu! Ben yaşamak istiyorum 800 sene daha bilader bak bil-ad-er diyorum… Ama hayıırrr… Siz konudan bile habersizi oynayan kapasitesiz, kalibresiz, çapsız, düzeysiz, manyaksınızzz! Manyaklaaarrrr!
“Borakın lan beni! Bırakın layn!”
“Dikkat edin, elinde kalem var!”
“Gidin lan burdan!”
“Davranın!” “İğneyi ver ver ver!”
“Şerefsizler!”
Kapasitesiz, kalibresiz, çapsız, düzeysiz, manyaksınızzzz! Manyaklaaaarrr!
13:15 3 Nisan 2019 Çarşamba İstanbul Bahadır Gezer
4 Bayram, geçti mahpus halde. Suç işlememiş olsam dahi 4 Bayram üstümde kilit, yani, “Hayır! Sana yasak!” dendi. Birincisinde yıkıldım, ikincisinde korktum, üçüncüsünde kızdım, dördüncüsünde 3’ün geride kaldığını ve bunun sonlanmayacağını, bundan zevk alındığını anladım. “Bunlara rağmen yapacak mı edecek mi?” diye inancımın yaradılana bahis konusu olduğunu anladım.
4 Bayram mahpus geçti.
Masal… maval… 4 Bayram cami ile aramda dışından kilitli kapılar oldu. Bana anlatmasınlar. Özgürlüklerinin tadını çıkarmak bir yana, hakkını versinler özgürlüklerinin.
1 yıkıldım
2 3 olmasın diye endişelendim
3 kızdım
4 küstüm
artık ısrar etmiyorum.
Bayramları onları kutlama özgürlüğü, onları özgürce yaşama ihtiyacı olanlar kutlasın.
12:22 6 Mayıs 2019 Pazartesi İstanbul Bahadır Gezer
Ya bana bunu yapanlara bayramı haram edicem, ya da bayramsız nefes almaya devam edebilmiş olduğumu unutamıycam hiçbir zaman… ya layığını vericem ya da sineye çekicem…
Hangisi asilce?
Ben cevabı biliyorum. Ve fakat cevabım sona yakın değişebilir. Son geldiğini belli ederek gelirse yani…
Hani hastanede yatmak 2-3 ay -Allah korusun-, sonrasında ölmek -geçinden inşallah-… Yani 2019 yılında 112 yaşında ve 3 aydır hastanedeysen yaklaşmakta olanı tahmin etmek kolaylaşır. O açıdan son yaklaşmaya başladı mı cevabım değişebilir belki…
14:11 6 Mayıs 2019 Pazartesi İstanbul Bahadır Gezer
Hayatımda red ettiğim kadınlar feci sonuçlar getirdi. Örneğin sadece iki örnek bile direkt oha. Yatmayı red ettiğim kadınlarla yatmayı red etmeyen erkeklerin bu kadınlarca yönetimi ve yönlendirilmesi sonucu iğrenç şeyler yaşadım. Maaşlı bir işim vardı, ondan kovuldum birinde… Bir başkası ise annem yaşında olmasına rağmen zevk hizmeti isteyince (demanding, not wanting) ve olmayınca “deli bu çocuk. Cidden deli. Yani şizofren ağır bir biçimde. Ben bilirim çünkü bu sektörün içindeyim yıllardır. Bir sürü öğrenci gördüm.” Falan deyince aileme, hop bi baktım kendimi tımarhanede buldum. Aynen şu anda olduğu gibi yazı yazıyordum. Sadece müzik yoktu o esnada. Üzerime atladı 8 kişi ve iğneyle bayılttı falan… Sonra ki karede yatağa bağlanmış vaziyette buluyorsun kendini ve yanında iğrenç bi akli dengesiz cinsi istismarda bulunuyo.
Tımarhaneye yatana kadar bana kimse deli demedi.
Velhasıl… Mutlu ettiğim kadınlar ve kızlar ise o anların dışında bir fayda getirmedi. Zaten bir fayda beklentisi de yok bende.
Hayat gerçeksiz.
İnsan zannettiklerim yürüyen ve fiziki zırh kaplı bytelardan ibaret.
Sonraki an hazır.
17:59 14 May 2019 Salı İstanbul Bahadır Gezer
Örnek olsun diye demiyorum: benim çocukluğumda, yani erken yaşlarımda, inşaat alanları muhteşem oyun sahalarıydı… işi abartıp 9 yaşına falan gelince çimento çuvalı çalıp 5 kilometre taşıyıp bi kola ve bi çiklet fiyatına satıp “büyük çılgınlık” yapanlara mı rastlarsın, plajdaymış gibi kumdan kale yapıp ertesi gün geldiğinde yerinde yeller estiğini görünce üzülene mi ya da kerestelerden etrafa örümcek ağı gibi köprü sistemi kuranı mı dersin, adamlar yarın geldiklerinde inşaata her taraf çocuklarca donatılmış bubi tuzaklarıyla dolu falan… bazılarımız gıcıklık olsun diye kazmanın küreğin sapını yağlardı… demek amale adamlar 1970’lerden itibaren bu sebeple küfürbaz bir güruh oldular… şimdi uyanıyorum olaya… Süleymaniye’yi Sultanahmet’i ilahiler mırıldanarak inşaa eden işçilerden tüm gün ana avrat söverek iş yapan işçilere geldik… Ve bu 70’lerde oldu… Çocuklar işin içine sıçtı… Sıçtık yani… Pardon… Benim erken yaşlarımda tüm sokak arkadaşlarımın inşaata sıçmışlığı vardır… Nasıl küfür etmesin adam?
14:58 15 Mayıs 2019 Çarşamba İstanbul Bahadır Gezer