-Bulucu telefon aplikasyonu… Nasıl?

İlim denilince fikir yürütme isteği oluşuyor bünyede. Var olmayan bir şeylerin anlatımı ve ardından bunların yapılması için insanların uğraşması.

DetectorApp™ adında bir uygulamamız var. Bu uygulama kısaca şunu yapıyor: Odanızda bir şey arıyor ama bulamıyorsunuz. Bu şeyin fotoğrafını uygulamaya yüklüyorsunuz ve daha sonra telefonun kamerası ile odanızı tarıyorsunuz. Olduğunuz yerde 360° dönmeniz yeterli. Hem de öyle çok yavaş bir dönüş değil. Uygulama kameranız sayesinde elde ettiği görüntüyü internet aracılığıyla tarayıp aradığınız şeyi bulduğunda haber verecek.

Uygulamanın sonraki sürümlerinde aradığınız şeyin ne olduğunu aplikasyona söylemeniz ya da yazmanız yeterli olacak. Örneğin “zar” yazdığınızda ve aplikasyona etrafı gösterdiğinizde belki 3-4 zar bulacak uygulama.

Uygulama konusu bilimsel midir? Ticari mi?

 

-Türkiye’nin uzay çalışmamaları döneminin son bulacağı ümidini taşıyarak şunu belirtmemiz gerekir: elimizde önemli bir fırsat var. Kaçırmak üzereyiz bu fırsatı. Fırsatın kazası olmaz.

Türk Cumhuriyetleri’ni her Türk biliyor diye biliyorum: Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Azerbaycan, KKTC… Bunlardan birinin tarihi uzay araştırmalarına karargah olduğunu biliyor olmalıyız. Bu ülke Kazakistan’dır. Burada SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği)’nin yürütmüş olduğu dev uzay projelendirmeleri yürütüldü. Peki fırsat konusu nedir?

Bugün Kazakistan bağımsız. Ve Türkiye ve diğer Türk Cumhuriyetleri ile sıcak/kardeşlik ilişkileri emelinde bir ülke Kazakistan. 1990’ların başına kadar yürütülen her SSCB Uzay Projesi’nin içinde Kazakistan vardı. Fırlatmalar buradan yapılıyordu. Modüllerin, komplike teknolojik ve elektronik aksamın üretiminin büyük bir kısmı Kazakistan’da yapılıyordu. Bu demektir ki şu anki Kazak neslinin içinde uzay konusunda gerçekten tecrübeli mühendisler, teknisyenler ve ilim insanları bulunmaktadır. Bu nesil belki bir 20 yıl daha aramızda olacak. Bu nesli niye kaybediyoruz? Fırsat bu! Kazakistan’daki uzay konusunda uzman olmuş olan jenerasyon.

Bazı kuntiz ülkeler şöyle diyor: “Amerika’nın uzaya çıkmak için roketten farklı ve çok ekonomik bir sisteme sahip olduğu söyleniyor. ABD bu teknolojiyi Dünya’nın gözü önünde kullanana kadar uzay yatırımlarını askıya alalım.” Bu yanlış. Çünkü ABD hakkında yapılan tespit bir varsayım. Olabilir de, olmayabilir de.

 

-Kanal İstanbul yapılırsa İstanbul Boğazı’nın batısında kalan ve Kanal İstanbul’a kadar uzanan kara kütlesi bir ada olacak ve bu ada doğuya kaymaya başlar ve Boğaziçi’ni daraltmaya kalkarsa ne yapacağız? Anca öküzün trene baktığı gibi bakarız artık.

 

-Uzay mecrası eğitim sistemimiz içinde yer almalı. İlk ve ortaokul coğrafya kitaplarında Güneş Sistemi ve hakkında bilgi sahibi olduğumuz gezegenler üzerine öğretiler yer almalıdır.

Tek gezegene bağlı olmayan kavimler geleceği yaşayacak olanlardır. Üzgünüm ve ancak gerisi oldukça gereksiz görülecek.

Uzay bir kere heyecan uyandırıcıdır. Akla yapılabilecek tonla şey gelir. Uzay yürüyüşü esnasında otomatik tüfekle ateş etmek.

Ya da örneğin uzayda doğuracak ilk farenin yavrusu nasıl bir şey olacak hiç düşündük mü? Ya da uzayda ki yumurtalarından çıkan ilk sürüngenleri? Kuluçkaya bakan bir robot. Yani bir robotik kol sürüngenlerin yumurtalarının kondisyonlarını bakım altında tutuyor. Bu ilk yavrular nasıl olur acaba? Yerçekimsiz ortama maruz kalmış bir embriyo nasıl şekillenir? Kafası cinsel organın olduğu yerde mi olur? Ya da 4 tane bacağı mı olur? Böyle olsa dahi bu yavrulardan edindiğimiz genetik bilgi ile uzayı hamileliğe uygun ortam haline getirecek adımları atabiliriz.

 

-Ölüler gezegeni diye bir gezegenin olduğu söylentilerini duymuş olabilirsiniz. Gerçekten böyle bir gezegen var mıdır? Varsa, oraya canlı vaziyette gidilebilir mi?

Oldukça kalabalık bir gezegen olsa gerek. Nasıl bir yer olduğunu tariflemiyoruz ve çünkü nasıl bir yer olduğunu merak etmiyoruz.

 

-Devasa sansasyonel konuları basit bir üslup ile anlatmak yarar sağlamayacak olsa bile en azından zarar vermez.

Zaman.

Nedir zaman?

“Zaman yerdir.”

Evet. Zaman yerdir. Bir coğrafyadır yani. Evren’de yer alan kütledir zaman. Fizikidir. Beşeridir.

Şöyle ki; bu koca evrende trilyonlarca yıldız ve bunun 100 misli kadar gezegen olduğunu tasavvur etsek. Bizim aradığımız yer bütün bu feza cisimlerine eşit uzaklıkta olan yer. Evren’in her yerine aynı yakınlıkta bulunabilen yerdir bizim bahsettiğimiz.

Burası öyle bir yer ki, buradan bir gezegene bakıldığında ışık hızıyla yayılan görüntü kanunundan ötürü ve arada ki mesafeden kaynaklı olarak o gezegeninin 5 ay öncesini ve 5 ay sonrasını aynı anda görülebilmektedir. Bu demektir ki örneğin 2. aya iniş yapıp 3. ayı etkileyecek aksiyonda bulunulabilir.

Burası öyle bir yer ki tüm dış etkenlerden arınmıştır.

Bugün 3 Ekim 2022   Pazartesi    03:30     İstanbul     Bahadır Gezer  

2022 © www.zehirzemberek.com Bahadır Gezer Tüm Hakları Saklıdır.

İlim

-Hız-mesafe döngüsü. Evren’in insan tarafından asla tamamen bilinemeyeceği iddiası. Buna inanmak istemiyorum. Elbette Evren’in haritasını çıkaracağızdır.

Yıldızlar, galaksiler, milyarlarca gezegen vs… Bütün bunlar bize uzak. Yani coğrafi olarak en yakın yıldız bile oldukça uzak.

Konu hız olduğunda uzaklık bir avantaj. Evet evet; yolun uzaması yolun daha kısa sürmesini sağlayabilir. Nasıl mı? Şöyle;

İki tane madde var: A ve B. Biz B’den A’ya gideceğiz. Aradaki mesafe 10 metre. Sadece 10 metre. Bu 10 metreyi en hızlı şekilde kat etmenin yolu saatte 5.000 km hızla ile gitmek. Mesafe-hız üst sınırı bu. Yani B’den A’ya saatte 6.000 km ile gidilse yine 5.000km/s hızıyla gidildiğindeki süreyle aynı süre söz konusu olacaktır. Saatte 7.000 km ile gidilse yine aynı: yani 5.000 km/s hızından daha hızlı gidilemiyor. Çünkü mesafe buna izin vermiyor. Bu durumda B’den A’ya bir yatay sekiz rotası çiziyoruz. Bu rotayı o kadar uzatıyoruz ki saatte 100.000 km’ye kadar bir hız elde ediyoruz. Sürekli hızlanıyoruz çünkü. Rotamız uzadıkça daha fazla hız ivmesi kazanıyoruz. Ve bu rota A noktasından geçtiğinde A’ya saatte 5.000 km hız ile yapılan yolculuğun süresinden daha kısa bir süre yakalıyoruz.

Anlaşılabilir biçimde anlatılmıştır inşallah.

 

-Bilimden beklediğimiz nedir? Yeni gezegenler, yeni enerji kaynakları, yeni taşıtlar ve yeni malzemeler vs… Hepsi iyi, güzel ve ancak aslî beklenti: sağlıklı ve uzun yaşam. İşte asıl mevzu budur. Genç olarak uzun süre yaşayabilmek.

Bu konuda ciddi ciddi çalışmalar yürüten bilim insanı sayısı az değildir. Bir Türk’ün sahibi olduğu Novartis gibi pek çok ilaç geliştirme enstitüsü insanların hayatını iyileştirebilmek için araştırmalar yapıp, çalışıp duruyor.

İnsanların yaşamlarını uzatmanın sırrı sadece ve yalnızca modern Dünya’nın bize sunduklarında gizli değildir. Pek çok tarihi anlatı bize uzun yaşamak hakkında fikir verebilecektir.

Örneğin Nil Vadisi’nde bulunan hiyerogliflerden birine kazınmış olan anlatı gerçekten sarsıcıdır. Bu hiyeroglifte şunlar yazılıdır: “Denizcilerimiz Orta Deniz’den (Akdeniz) Köşe Kapı’dan (Cebelitarık Boğazı) Bilinmeyen Sular’a (Atlantik Okyanusu) açıldılar. Uzun süre sefer ettiler. Onlara yol gösteren yalnızca yıldızlardı. Maalesef bir süre sonra kayboldular. Karaya hiçbir yerde rastlayamadılar. Güneş’i takip edip hep batıya yol aldılar. Ancak aylar geçti. Olmadı. Bir yere varamadılar. Geceleri yıldızların onları yanılttığına inanmaya başladılar. Güneş acaba tam Batı’da mı batıyordu, yoksa biraz Güney Batı tarafında mı batıyordu Güneş? Kaptanı sorguladılar. İsyan çıktı. Kaptanı geminin direklerinden birine astılar. Erzak tükendi. Kavgalar çıktı. Daha fazla kan döküldü. Su yoktu, rom yoktu. Geminin güvertesinden parçalar alıp bunları rendeleyip yemeye çalışanlar oldu. Vakit geçerken artık mürettebat geminin güvertesine uzanmış, kaçınılmaz sonucu bekliyorlardı. Aralarından birkaç tanesi açlık ve susuzluktan daha fazla dayanamayıp yattıkları yerde öldüler. İşte tam bu esnada gökyüzünden bir ateş topu belirdi! Alev alev yanan bir top güllesini andırıyordu. Dev bir gülle. Bu gök cismi geminin uzağı sayılmayacak bir yere büyük bir heybet ile düştü. Deniz kapardı, ortaya büyük bir gaz ve toz bulutu yayıldı. Gemideki denizciler öksürdüler, aksırdılar, tıksırdılar. Gülle denizin dibini hızla boyladı. Ve su yüzeyine sayısız balık vurdu. Düşen gülle denizcilere hepsini doyurabilecek kadar balık ortaya çıkmasını sağlamıştı. Oltalarla her 2-3 saatte 1 balık avlayabilirken bir anda tonlarca balıkları olmuştu. Balıkları aldılar. Deniz suyunu aldılar ve kuruttular. Böylece tuzları oldu. Bununla lakerda yaptılar. Su ihtiyaçlarına ise tanrılar cevap verdi. Uzun süren sağanak yağmurları denizcilerin su depolarını doldurdu. Bu moral ile Bilinmeyen Sular’dan kurtulmanın yolunu arar oldular. Güneş’in doğuşuna doğru yol aldılar. Ve Köşe Kapı’ya vardılar. Bundan sonra Firavun’un baş limanına gelmeleri zor olmadı. Orta Deniz’i avuçlarının içi gibi biliyorlardı. İlginç olan şudur: bu denizcilerin her biri 12 insan hayatı kadar (1.200 yıl) uzun yaşadılar. Ahali içinde özel bir konumları oldu. Bilinmeyen Sular’dan ölümsüz olarak döndüklerini iddia edenler oldu. Ancak aslında ne oldu ise fezadan o alev topu düştüğünde oldu.”

Ne uzun hiyeroglifmiş yahu. Adam bunu çiviyle kazımış taşa. Neyse, mevzu o değil. Mevzu; Bir meteor bu denizcilerin yanına düşmüş. Ortaya çıkan gazı bu denizciler solumuşlar. Ve hayatları inanılmaz derecede uzamış!

Öyleyse bu bahsi geçen meteoru Atlantik Okyanusu’nda bulsak… Kimyasını anlasak ve insanlar haftada 1, bir bardak ölçeğinde su ile bu meteorun kimyasından bir miktar karıştırsalar (Oralet yada Kalsiyum Sandoz veya Alka Seltzer gibi) ve içseler… Böylelikle 1.200 yıl yaşasak fena mı olur?

Tabii bu hiyeroglif gizleniyor. Çünkü bu hiyeroglif kamunun dikkatine sunulursa herkes devletlerden o meteorun bulunmasını talep edecektir. Bu ise hiç kolay bir iş değildir. Okyanusun neresinde olduğu bilinmeyen ve dibe çökmüş bir kayadan bahsediyoruz. Mutlaka zemin kumunun altında kalmıştır. Yani üzeri örtülü bir taş. Ve okyanusun dibinde. Yahu 3.000 mt derinliği olan yerleri var bu okyanusun.

Ancak ne kadar zor olursa olsun… Değmez mi?

 

Bu arada hiyeroglif anlatısından farklı olarak uzun yaşam hakkında şunu söyleyenler de var: Ay’da insan ömrü 3 kat uzuyormuş. Yani basit mantıkla 100 yıl yaşayacak bir kişi hayatının 90 yılını Ay’da geçirirse 300 yıl civarı yaşayabiliyor. Bu pek gündeme getirilmiyor. Çünkü böyle bir durumda Ay Savaşları Dünya üzerinde vukuu bulabilecektir. Ay’da hak sahibi olmak isteyen devletler birbirine girebilecektir. Bu sebeple Ay’ın bu özelliği gündeme getirilmiyor.

Bu durumda ne yapmamız gerektiği ortada: Ay’a gitmeliyiz. Ay Yıldız Ay’da dalgalanmalı.

“Abi bayrağımızı diktik.”

‘Harika be! Ey maşallah be!’

“Yalnız dalgalanmıyor bu abi?”

‘Hakkaten yahu.’

“Abi ben gidip modülden bir vantilatör alayım.”

‘Oha! Vantilatör mü var lan modülde?’

“Sıcak basarsa diye almıştım abi. Yolculukta hava sürklase olsun diye yani.”

‘Olm vantilatör hava olan yerde çalışır. Burada ne üfürecek ki bayrağa doğru?’

“O da doğru abi. Zaten Amerikanlar’da bu atmosfersiz ortamda bayrak nasıl dalgalanır daha çözebilmiş değiller”

‘Ya şu ofislerde masanın üzerine asılan birkaç misket vardı.’

“Ne abi?”

‘Olm hani var ya böyle sağ taraftaki bilyeyi kaldırıp bıraktığında en soldaki bile havaya kalkıyordu. Böyle böyle birbirinden etkileşimle saatlerce tik tık tik tık devam ediyordu hani?’

“Heee… İpli denge toplarını diyorsun sen!”

‘Hah! İşte o!’

“E ne olacak o abi?”

‘Onu bayrak dalgalansın diye kullanacağız işte.’

“Abi Ay’a gelince cidden bir zeki oldun sen be!”

‘Ulan gerizekalı! Harvard mezunuyum lan ben!’

 

Şaka bir yana; uzun yaşayabilmemiz için yollar mevcut. Hz. Nuh’un anlatısında insanların ne kadar yaşadıkları hakkındaki bilgi ihmal edilmemelidir. Yani insanlık tarihinde insanların ne kadar yaşayabilecekleri ile ilgili anlatılar mevcuttur. Hz. Nuh’un hikayesi bir masal değildir. Bir öykü ya da kurgu değildir.

 

İnsanlığın hayatını uzatacak ihtimaller tabii ki çoğaltılabilir. Örneğin Kuzey Kutup buzullarının içinde bir yerlerinde 70.000 yıllık bir insan fosili bulunmaktadır. Aslında tam anlamıyla fosil denemez. Daha ziyade bir ceset. Çünkü buzun içinde donarak ölmesi hasebiyle yumuşak dokusu bozulmadan kalmıştır. Vücudunun içinde kan bile donmuş vaziyette korunmuştur. Bu önemli. Çünkü bu cesetten elde edilecek genetik bilgi insanlığı etkileyen hastalıkların hangi nedenlerden ortaya çıktığını bizlere gösterecektir.

 

İnsan hayatının uzaması iyi, güzel de; bunu istemeyenler de var. Var olan küresel ekonomik yapının değişmesinden ürkenler var.  Ki şunu unutmamak gerek: var olan ekonomik yapı Dünya’daki insanların üçte birini aç ve susuz bırakmaktadır.

 

-Aslında uzay anlamında biraz şanssızız: Yakınlarımızda Dünya benzeri bir gezegen bulunmuyor. Kendi sistemimizde zaten böyle bir gezegen yok. Evren’de baya bir uzaklardadır Dünya’ya benzeyen gezegen ve gezegenler.

   

2 Ekim 2022  Pazar    01:44             İstanbul           Bahadır Gezer