-“…medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” Bu anlatıda ‘medeniyet’ kelimesi üçüncü tekil şahıs halini almıştır. Uzun anlatıyla ortaya şöyle bir anlam çıkıyor: “Hey medeniyet, senin sürekli o ağzından düşürmediğin Osmanlı var ya, işte o tek dişi kalmış canavar sadece.”
Ayrıca zaman etkisi göz önüne alınırsa; Osmanlı Hanedanı çöküşünün başlarından itibaren Halifelik ve Roma Tahtı’nı daha fazla ön plana çekmiştir. Osmanlı kendisini medeniyetin temsilcisi, milliyetçi ve bağımsızlıkçıları da çapulcu olarak görmekteydi. Bu nedenle “…medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” medeniyeti değil, Osmanlı’yı yeren bir ifadedir.
Suç Osmanlı’da değildi ve ancak kaçınılmaz olan buydu. Dünya tarihinde artık saltanatların devri kapanıyor, saltanatla yönetilen ülkeler aşağılanmaya başlanıyordu. Hanedanlık devri tıpkı derebeylikleri devri gibi sonlanıyordu. Osmanlı Hanedanı’ndan kurtulmak gerekiyordu. Vatandaş vardı artık. Tebaa değil. Ve hanedan durduğu yerde durmaya devam ederse iç güç dengesine zarar verebilecekti.
Kurtuluş Savaşı ve ardından bağımsızlık serüveninde Osmanlı’yı yermek Türk Osmanlı Devleti’ni sevmediğin anlamına gelmiyordu. Tabii ki Fatih’in, Kanunî’nin, Yavuz’un, Bayezid’in, Murat’ın, Yıldırım’ın ve daha nicesinin ulusuyuz. Tabii ki onlar var olmuş ki bugün biz varız. Türk Vatandaşı tarihine damga vuran devletleri tabii ki saygıyla ve şükranla anar. Unutmaz ve yaşatır. Ve fakat bu, o dönemlere dönme hevesine kapılmak olmamalıdır. Gerici bir anlayışa yol verilmemelidir. Türk Osmanlı Devleti’ni kurtarmak için doğru yapılması gereken sayısız şey vardı. Bunlardan biri ise Osmanlı Asilzadehanlığı’ndan kurtulmak idi. Bu yüzden o günlerde Osmanlı’yı seven Osmanlı’yı yeriyordu.
-Medeniyet inek demektir. Uygarlık danadır. Öküzdür. Camıştır. Kırsalda kaybolduğunda ve saatlerce yürümene rağmen bir yere varamayınca ve susuzluktan panik yapmaya başlayınca uzak sayılmayacak bir tepede inekleri görmek müthiş sevindirici bir olaydır. İnek demek süt demektir. Et demektir. Daha da önemlisi; insan demektir. Onlara bakanlar, onlara ahır veren insanlar var demektir. Yani bu kurtulmak demektir. İnek görüldüğü anda medeniyete kavuşulmuş demektir. Tabii kırsalda kaybolursanız. Allah muhafaza; çok dikkatli olunuz. Yanınıza sırt çantası almayı ihmal etmeyiniz. Su almayı kesinlikle unutmayınız, pusulayı unutmayınız. Çok uzun bir yürüyüş yapmayı düşündüğünüzde göreceli olarak daha kısa olan ve ancak yine uzun sayılabilecek mesafelerde birkaç hafta yürünmesini öneririm. Bu yürüyüşler rutin ve rahat olduğunda artık ne kadar süreceğini bilmediğin yürüyüşü göze alabilirsin derim. Ve ancak sırt çantası kesinlikle unutulmamalı.
Konu hakkında ahkam kesilebilir. Kırsalda kaybolmuşluğu olanlar bir hatırlasınlar o anda hissettikleri panik duygusunu. Güneş’in batmasının buz gibi bir gecenin habercisi olduğu, yanında hiçbir şey olmadığı için hissedilen çaresizlik duygusu. Avazın çıktığı kadar bağır! Bağır! Bağır! Ve sus. Sessizlik. Dinle: cevap veren bir ses var mı? İhtimali bile yok aslında. Çünkü en yakın köyler yaklaşık 50 km uzaklıkta.
Kaybolduğun fark edilirse Jandarma seni bulacaktır. Ve ancak kaybolduğunun anlaşılması zaman alabilir. Çünkü medeniyetin parçası sayılan sosyal ilişkiler öyle bir haldedir ki kimsenin kimseyi önemsemek için vakti yoktur. Ya 8 gün sonra anlarlarsa işe raporsuz gelmediğini? “Ben izinde olduğunu sanıyordum.”!
-Başka ülkelerin tarihlerini yazıp basmalıyız. Hatta bunu sadece Türkçe değil, İngilizce, Almanca, Fransızca ve pek çok dilde yapmalıyız. Klâsik Çin taktiği: tarihi sen yazarsan ona hükmetmiş olan olarak sen kabul görürsün.
Ayrıca bu tarih kitaplarında bazı ülkelerin tabu haline getirdiği bamteline basabiliriz. Lütfen şu soru samimice sorulsun: Fransa’nın Türkiye hakkında yayınlanmış eseri mi daha fazladır? Yoksa Türkiye’nin Fransa hakkında yayınladığı eser sayısı mı daha fazladır? Üzgünüm ve ancak Fransa fersah fersah ileride. Adamlar 14. yüzyılda Türk Devleti ve Türk diyarı Anadolu hakkında seyyahlar yolu ile bilgi toplamış ve bunları ülkelerine geri dönünce yayınlamış… Şu anda ise her yıl sayısız Türkiye odaklı eseri yayınlıyor.
Yayıncılıkta ileri bir ülkeyiz aslında. Yayınevi sayısı, yazar sayısı oldukça fazla. Bunun yanında tercüme konusunda da hatrı sayılır bir mertebedeyiz. Bu sebeple her yıl yüzlerce kitap piyasaya çıkıyor. Bunlar hep iyi, güzel şeyler. Ve ancak zincir bununla tamamlanmıyor. İnsanların bu çalışmalara ilgi göstermeleri ve yani okumaları gerekiyor. Eğer bu olmazsa bir süre sonra yayıncılık getirisi olmayan bir mecra olarak algılanıp kepenkler kapatılabiliyor. Bu ise en basit ve katıksız ifade ile: cahilleşme sürecinin başlaması demektir.
Diğer ülkeleri yazmalıyız. Bilgi toplamalıyız. Örneğin Kuzeydoğu ve Güneydoğu Amerika sahil şeridinin panoramik foto filmi var mı bizde? Kıyı boyunca gemi ile seyahat gerektiren, gerisini kameraların hallettiği bir iş. Ne işe yarar ki? Öyle değil mi? Yani ne işe yarayabileceğini bile kestiremiyoruz. Demek ki önemli bir işe yarayacak. En basiti; diğer ülkeleri yazmamıza yarayacak. Bu tür bilgilerden faydalanarak ortaya çıkardığımız eserler önce yurtiçi sonra ise yurtdışında azımsanamayacak bir seviyeye gelirse bu bizim açımızdan iki kelimeyle; iyi olur.
-Çoğu tarihçi bunu gündeme getirmese de şöyle bir gerçek olabilir: tarihte hayvanların egemenliğinin yaşandığı dönem olmuştur. Evet, hayvanlar egemenliği. Biz insanlar vahşi yaşamın içerisinde fiziki açıdan en kırılgan yapıya sahip olan canlılardan biriydik. Ve bununla beraber uzun bir süre alet yapmayı bilmiyorduk. Hayvanlar gibi değildik. Hayvanlar kendi türleri içerisinde birbirine dehşet salma eğilimi göstermiyordu. Örneğin aslanlar gruplar halinde birbirlerini katletmeye, inekler birbirlerini öldürmeye başlamıyordu. Bu biz insanlarda böyle değildi. Bizde gıcık olmak denen içgüdü vardı. Bu koşullar altında bugüne ulaşmış olmamız mümkün değildir. Olanaksızdır. İmkânsız. Ancak ve sadece bir mucizeler silsilesi insanı bugüne taşımış olabilir. Bunu insanlığın ilahi bir destek aldığına da yorabiliriz.
Peki hayvanların egemen olduğu Dünya’yı bir tasavvur eder misiniz? Bir hayâl ediniz her an tehdit altında olmanın ne demek olduğunu anlayarak.
Kimileri hayvanların egemenliği döneminin bitimi olarak köpek ve atın ehlileştirilmesini işaret ederken kimileri ise insanların sopa kullanmaya başlamaları ve rutin yürüyüşlerinde sopa ile dolaşmaları ve yani alet kullanmaya başlamaları ile olduğunu söylemekte.
Öyleyse; hayvanlar daha önce bunu yaptılarsa, yine ve tekrar Dünya’ya hükmedebilir mi? Bu ancak dinozorların hortlaması gibi bir şey olabilir. Fantastik bilim-kurgu film konusu gibi.
Bununla beraber hayvanlar egemenliği döneminden kalma arkeolojik kalıntı bulunabilir mi? Kulağa saçmalık silsilesi gibi gelebilir ve ancak hayvanların önemli bir kısmının inşa edebildiği bilinmektedir. Bunun en hızlı akla gelen örnekleri kuşlar ve köstebekler/porsuklardır. Hayvanlar tüm avları getirdikleri bir yer tespit edip buraya taşlar taşımakla ve hatta taşları üst üste koyarak bir yapı konuşlandırmış olabilir. Hatta bugün antik insanlar tarafından yapıldığını bildiğimiz bir yapının aslında hayvanlar tarafından inşa edildiğini öğrenirsek hiç şaşırmayalım. Obelisk geleneğinin bir hayvan mı, ya da bir insan mı mirası olduğu aslında tartışılabilir bir konu. Hayvanların taş dikme eğilimi göstermelerini beklemek aslında çokta saçma değildir. Yani ilk/erken obeliskler hayvanlar tarafından dikilmiş ve bu gelenek daha sonra insanlara da sirayet etmiştir diyebiliriz.
3 Şubat 2023 Cuma 02:24 İstanbul Bahadır Gezer
zehirzemberek.com
Tarih 3
2023 © zehirzemberek.com Bahadir Gezer Tüm Hakları Saklıdır.