İngiltere Kraliçesi öldü. Allah rahmet eylesin.

Yıllardır “Kraliçe şöyle dedi.”, “Kraliçe ne dedi?”, “Kraliçe aşağı.”, “Kraliçe yukarı.” diye diye Kraliçelik’in neden bu kadar uzadığını sorgulamadık bile. Yani Elisa gidip kendine Arnold Schwarzegenner mukabilinde bir damızlık edinebilirdi. Yapmadı böyle şeyler rahmetli. Mazbut yaşadı biraz.

Dünya siyasetinde pek bir sahne almışlığı bulunmuyor.

Bu Britanya işleri biraz karışık. Eğer Britanya halen Britanya ise şu an ki Britanya’nın yalnızca New York şehrine yüzmilyonlarca Dolar borcu var demektir. O zaman imzalanmış belgeler. Eğer Britanya halen aynı Britanya ise önce Dünya’ya olan borçlarını bir kapatsın bir zahmet yahu.

Biz 1950’lere kadar Osmanlı borcu ödedik. İngiltere’de bütün o kolonilerde yapmış olduğu antlaşmalar ve vermiş olduğu vaatleri yerine getirsin bakayım. Kıbrıs Türkü’ne Britanya Paydaşlığı çerçevesinde vize serbestisi? Var mı böyle bir şey?

Yahu kraliyet ailesini esir almış İngiliz Devleti. Olan bu. Bazı tabuları zorlarlarsa ortadan kaldırılıyorlar. Örnek; Prenses Diana.

Monarşi misin demokrasi mi? İkisi bir arada olmuyo kardeşim!

“Long live the Queen!” dedik dedik anca bu kadar uzatılabildi hayatı: 96 yıl. Dünya’nın en ileri ülkelerinden biri olan İngiltere. Bir kişinin hayatını uzatabildiği kadar uzattığı zaman anca bu kadar çıkıyor. Annem “Ben 100’ü görür diye bekliyordum” dedi.

Son nefesini verdiği yerin İskoçya oluşu ise zaten başlı başına bir olay. İskoçya’da bağımsızlık referandumu yapılmıştı. Hatırlayan hatırlar. Sadece birkaç yıl evvel İskoçya tam bağımsızlığı oyladı. Ve red etti! Evet; İskoçya tam bağımsızlığa hayır dedi.

Olayın içinde hiçbir mantık zerresi var mı derken şunlar akla geliyor: ”İngiltere olarak biz bir türlü İskoçya üzerinde direkt hak iddia edemiyoruz. Bizden tam bağımsız olurlarsa onları işgal edebiliriz. Çünkü bağımsız olduklarında apayrı bir ülke olmuş oluyorlar.”

İskoçya ahalisi bu çirkin planı görüp bu kurguyu bozuyor yani öyle mi?

..

Şimdi konulardan biri şu: Defin merasimi nasıl olacak? İhtişam olacağı kesin. Binlerce askerin ve tören kıtalarının performansları olacaktır diye tahmin edilebilir. Yalnız bu merasim ile ilgili şöyle bir sorun var: provası yok. Yani Rio Festivali Geçiti’nin bile provası var.

Türkiye merasimin hangi aşamasında olacak? Katedral’deki duada Türkiye nasıl temsil olunacak? İngiltere tarihinin en sağlam figürlerinden olan Kraliçe Elizabeth’in anıtı için Türkiye nasıl bir katkıda bulunabilir?

Tabutu özel ahşap, gümüş, bakır ve altından yapabilir miyiz? Ya da Latin usulü bir lahit? Evet evet; Marmara mermeri ile görülmemiş güzellikte oyma ikonlarla bezenmiş bir lahit! Porselen ve çini iç kaplama!

Haç yapalım mı? Lüle taşından mesela? Ya da Haç yapacağımıza zaten olan Haçlar’dan birini verelim? Örneğin Patrikhane kubbe Haçı? Ya da İznik’teki Ayasofya’nın en eski kubbe Haçı?

“Bizim devlet böyle düşünüyor mudur sence?”

 

-Uzay gemisi arayıcısı diye bir iş var. Duydunuz mu hiç? Bildiğin “doktor” der gibi “teknisyen” der gibi “uzay gemisi arayıcısıyım ben” diyor şahıs. Bunun için bir maaş falan aldığı belli. Adam sahilden sahile dolaşıp gece hayatı, gündüz plajı falan biçimde yaşıyor. Neymiş; uzay gemisi arıyormuş.

Neyse, konuyu yargılayıcı tartışacak değilim. Ve ancak uzay gemisi aramak için en güzel yer okyanusların dibidir. Yani Dünya’nın çoğu su. Uzaylının suya ineceğini tahmin etmek çokta zor değil. Peki uzaylı gemisi bulmak ne işe yarar?

Bir kere askeri teknoloji açısından çığır açıcı olur. Enerji ile ilgili birçok kazanımımız olabilir. Yalnız bir sorun var: “Nedir?” Geminin içinde uzaylı yok. ?

“Aramızda bir uzaylı var.”

‘Büro şimdi bu şeyi mi arayacak yani?’

 

-Amerika hükümet suçlamak ne demektir bilmiyor. Gerçekten hükümet üzerinde nasıl baskı kurulacağı konusunda toplumsal bir refleksi yok Amerikanlar’ın. Yani benzin galon başına $19 olmuş ve Amerikanlar halen caddelere dökülüp “Hükümet istifa!” diye bağırmıyor.

Haydi Amerika bu kitlesel tepkiselliği gerçekleştiremiyor. Peki ya biz? Türkiye? “Halil abi! Protestoya gidiyoruz abi! Hükümete bağıracaz!”

‘Yav çocuklar, boşa zahmet ediyonuz. Zaten iki aya seçim var yahu.’

..

Trump Holding’e federal el koysun. Borsa’dan halka arz etsin.

“Ne alaka yahu?”

Amerika’nın bugün yaşadığı sorunların sebebi bir önceki hükümet. Ama Türkiye’de durum bu değil.

 

-İstiyorlar ki Office sitcomu gibi hayatım olsun… onlar da izlesinler… seyirlik… yazarlıkta seyirlik bir şey yok gibi görüyorlar… halbuki benim yazım tekniğim simply is entertaining.

 

-Anadolu Türk için tarih döngüsünün tesadüfi bir biçimde yurt haline gelmiş olduğu bir yer değildir. Şu çok net anlaşılıyor ki; Türk MÖ 2000 dolaylarında teşkilat yapılanması kurmaya başladığında konuşlanmış olduğu Orta Asya’dan Dünya’nın dört bir yanına bahadırlar göndermiştir. Yani Anadolu binlerce yıl evvel gezilip görülmüş ve Türk için vatan olarak belirlenmiştir. Bu bağlamda Türk’ün sürekli batı yönlü hareketi ise bu konuda Türk Ulusu’nun binlerce yıla varan bir kararlılık sergilediğini göstermektedir. Anadolu gerçekten Dünya’da eşi benzeri olmayan bir coğrafyadır. Bir kere kıtaların tam kesişme noktasıdır. Bununla beraber coğrafyasında karlı yanardağlar ile sıcacık plajlar ve yemyeşil yaylalar bulunmaktadır. Ve bunların yanında bozkırda vardır. Dünya’nın en güzel coğrafyası denilebilecek yer Anadolu’dur. Ve Türk bu tercihi binlerce yıl önce yapmıştır.

 

-Mesafe doğal üst hız limiti… ve dairesel hareket ile mesafe uzatımı sayesinde hız limiti üzerinde hareketlilik sayesinde yolculuk süresini kısaltmak.

Basit ifade ile; İki şey var. Bunlar A ve B. A B’den 10cm uzaklıkta. B’den A’ya saatte 5000km hızla gittiğimizde B’den A’ya 1/10000 saniyede varıyoruz. Yani saniyenin onbinde biri hız ile. Yine B’den A’ya saatte 6000km hızla gittiğimizde sonuç değişmiyor. 5000 km/s süresi ile aynı süre sürüyor yolculuk. Saatte 7000km’ye çıktığımızda yine sonuç değişmiyor. Çünkü 5000km/s A ile B’nin arasındaki mesafenin doğal hız üst limitidir. Önündeki mesafe 2 adım iken 3 adım atmak iki adımlık mesafeyi daha hızlı almayı sağlamayacaktır.

Bu durumda biz dairesel hareket yapıyoruz. O kadar uzun bir mesafe katediyoruz ki hızımız sürekli ivme ile 9 trilyon km/dakikaya kadar çıkabiliyor. Yani görüntüden, oluştan daha hızlı gitme şansına kavuşuyoruz mesafe sayesinde. Ve bu hareketi B’den A’ya doğru yaptığımızda 5000km/s hızı yolculuğu süresinden daha hızlı gidebiliyoruz.

Gelecek konsepti bugünden zaten var ise bu yapılanlar bize bir sorun çıkarmaz.

 

-Süper Lig ne kadar dandik bir isim. “Mega Lig”, “Ultra Lig” Domestos

 

-Bişey yapacaksan ya zamanında ya da zamanından evvel yap… zamanı geçtikten sonra değil…

 

-Yahu adamın soyadı Hilton. Ama acayip fakir adam. Bildiğin bir tane bira parasına duygulanıp ağlıyor. Fakat soyadı Hilton. Bir garip geldi bu durum bana yahu. Yani hatta trajedi ve bununla beraber komik.

 

-Mermi sayar.

“Bak bunları bunu içine döküyosun, takır takır sayıyo.”

‘İyiymiş yahu.’

“Siz nasıl yapıyorsunuz?”

‘Biz topluyoz teh teh’

“Ne? Şaka mı bu?”

‘Yok. Değil. Topluyoz teh teh.’

 “Yahu asayiş olay yeri gibi her merminin etrafını çizin bir de oldu olacak. Askerdeyiz olm lan! Binlerce mermi sayılır mı öyle tek tek?”

‘Sayıyoz biz; teh teh.’

“Al güzel kardeşim. Al bu cihazı kullan. Vah kardeşim benim. Çektiğin çileden niye haberdar etmezsin ki? Al kardeşim, sayma öyle bir daha tek tek.”

 
Bugün 9 Eylül 2022    Cuma   18:32    İstanbul   Bahadır Gezer

 

 

-Az evvel akşam yemeği yedim. Domates çorbası ve etli kabak ile biber dolması. Yoğurt.

 

Bugün 9 Eylül 2022  Cuma   19:34    İstanbul       Bahadır Gezer

 

 

-Boş bir gün güzel olmaz mıydı? Dünya’da yılın her günü mutlaka bir yerlerde bir bayram oluyor. Yani her ülkenin kendi milli bayramları bile topladığında yılın tüm günlerini alıyor. Yani Dünya’da bayramsız geçen bir tane bile gün yok. Bu acayip bir durum değil mi?

Bayramsızlık Günü gibi bir gün tayin edemez miyiz? Bazı ülkelerin kendi bazı bayramlarından feragat etmeleri gerekecek. Ancak bence yapmaya değer.

 

-Askerde zorunlu basur muayenesi mi var lan?!

 

-Kıbrıs’ta şu an ki durumda aslında gocunacağımız bir vaziyet bulunmuyor. Türk’ün güvenliği sağlandı, sınır edildi. Bu kadar net. Tek sıkıntı şu: uluslararası tanınırlık. Bu Kıbrıs Türkü’nün hakkı. KKTC Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tüm içme suyunu sağlarken GKRY ise KKTC üzerinde uluslararası ambargo uygulanması politikası güdüyor. Bu artık çok abes bir durum.  Birlikte yaşamaya “evet” diyen Kıbrıs Türkü’nün yapıcı yaklaşımını reddeden GKRY adanın tümünü temsil etmediğinin artık farkına varmalı.

Bizim yapmamız gereken nedir şimdi? Bizim yapmamız gereken devletin memurunu, siyasetçisini Dünya’da sayısız konferans ve sempozyum ve dinleti ve toplantıya göndermektir. Gidenler Türk’ün Kıbrıs’taki haklı davasını anlatmalılar. Üzgünüm. Bunca yıldır bu konuda biraz bile mesafe kat edemediysek bu bu konuda doğru düzgün çalışmamış olduğumuzu gösteriyor.

Biz insancıl şekilde Girit ve Rodos’un bağımsızlığını savunmalıyız örneğin. Hayır değil mi? Bize yakışmaz olayı.

Biz meramımızı anlatmalıyız. Sürekli ve tekrar tekrar izah etmeliyiz. Konu hakkında yapabildiğimiz kadar uluslararası yayınlar yapmalıyız. Dünya Kıbrıs Türk’ünün sesini duymazdan gelemez hale gelmeli. Önümüz 2023. Türkiye Cumhuriyeti 100 yaşına girecek. Yüzüncü yıl anıt çalışmaları büyük ihtimalle bir yerlerde inşa ediliyordur.

2024 ise Kıbrıs Türkü’nün Barış Harekatı ile kurtuluşunun 50. yılı. Muazzam ses çıkarmalıyız. Dua Lipa, Miley Cyrus, Taylor Swift, Bruno Mars, Snoop ve aklına gelebilecek tüm zirve sanatçılar 2024’te Kıbrıs’ta olmalı. Yapılan havaifişek gösterisi uzaydan izlenebilmeli.

Peki bu hengame içinde sana şöyle bir şey desem ne dersin? Rusya Türkiye’yi dengede tutma politikası sonucu KKTC’ni tanırsa nasıl olur? Hani Rusya’da şöyle bir huy var ya; Batı’nın karşı olduğu şeyleri savunmak. Bu sabitfikri içerisinde Rusya Batı’ya gıcıklık olsun diye Türk Kıbrıs’ı tanırsa ne olur? Bu KKTC’nin işine mi gelir, ya da zıddı mı? Rusya tanıyınca Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya, Hindistan, ABD tanıyacağı varsa da tanımaktan vazgeçebilir.

Böyle bir ihtimalden bizim haberdar olmamız önemlidir. Bence Kıbrıs Türkü’nü tanıyan her ülke kıymetlidir. İyidir. Tanıyan Kuzey Kore bile olsa, Türk’ün Kıbrıs’ta haklılığına gösterilen resmi saygı ehemmiyetlidir.

 

-Amerika’nın bir Amerika planı var mı? Amerika uluslararası siyasetine genellikle Avrupa’yı merkez alarak şekil veriyor. Peki ABD’nin gerçekten elle tutulur bir Amerika Kıtası öngörüsü var mıdır? Amerika bu hususta sanki “Ben onlara dokunmayayım. Onlar da bana ilişmesin.” biçiminde bir tavır takınıyor.

Bundan 50 yıl sonra ki Amerika Kıtası nasıl olacaktır? Kuzey Amerika ne vaziyette, Güney Amerika ne vaziyette olacaktır? New York şehrinden Buenos Aires’e hızlı tren inşa edilebilecek midir? Amerika kıtasal koordinasyon sağlar hale gelebilecek midir?

Amerikanlar farklı farklı kıtalardan bahsederler. Efendim işte Afrika kıtasında şu şöyle, bu böyle falan. Efendim işte Avrupa’nın geleceği ve sosyal devlet ve falan ve filan. Peki ya Amerika? Kendi öz kıtası Amerika’nın… niye bugün sıradan bir Amerikan “Ben şöyle bir Amerika kıtası istiyorum.” diye beyanat falan veremiyor? Çünkü Amerika Amerika için ne istediğini bilmiyor.

 

-Trump suçlamaları kabullenip yine de olsa aynısını yapacağını söyleyebilir.

 

-Eğer kutuplardaki buz tamamen erirse, mutlaka ve kaçınılması imkansız olarak küresel harp cereyan edecektir. Yüzmilyonlarca insanın ölebileceği bir savaş. Kuzey Deniz’inin zeminindeki doğal kaynaklar tüm güçlü devletlerin salyalarının akmasını sağlamıştır. Hak iddia etmek için birbirleriyle savaşmaktan geri durmayacakları net ve saf bir biçimde ortada.

Yani Allah muhafaza bunlar olursa, Dünya’nın tüm buzu erimiş ve hava kondisyonları çekilmez hale gelmişken insanlık gezegen çapına yayılan bir savaşa tutuşacaktır.

Dediğim gibi; ben buzulların erimesine nasıl engel olacağız demiyorum. Erimiş olan buzu nasıl geri getireceğiz diyorum.

 

-Katolikler İslam’ı katı ve aşırı disiplin baskılı görebiliyor. Halbuki namazda bile kaza hakkı var. “Üzülme; sonra kılarsın” şeklinde rahat tavır.

Dert şu ki gayrimüslimler Müslümanlar’ı düşündüklerinde akıllarına ilk gelen Suudlar oluyor.

 

-Kyoto Protokolü. Bilenler biliyordur. İklimsel değişiklikler hakkında alınacak önlemlerle ilgili anahtar niteliğinde bir antlaşma. Bir toplumsal sözleşme. ABD’nin bu protokole üye olmamasını eleştirenler nedense Türkiye’nin protokolde olmaması ile ilgili bir yorum yapmaz.

Aslında yapılabilecek bir yorum var. O da şu ki; Türkiye Kyoto Protokolü’nde yer alan dozajda hava kirliliği oluşturamamıştır. Yani Türkiye’nin daha aşağı çekebileceği bir emisyon durumu yoktur. Bunun sebebi üzücü: kapasitemiz kadar üretmiyoruz. Bu sebeple sanayi atığımız çok gelişmiş ülkelerin değerlerinin altında seyrediyor. Biz bu sebeple Kyoto’ya imza koymuyoruz.

ABD’nin durumunun bununla ilgisi yok.

 

Bugün 9 Eylül 2022   Cuma   20:32    İstanbul    Bahadır Gezer

 

 

-Kuraklık ve sürdürülemez ekonomik statü insanlığı tehdit eden birincil askeri sorunlardır. Bu ikisi problematik hale geldiğinde ve piyasalar talebi karşılayamadığında fakirlik ile düşük yaşam standartları hortlar. Ve bunun sonucunda savaşlar yaşanır. Savaşlara kutsi bir anlam yüklemeye çabalayanlar olur. Yaşanan ekonomik sıkıntının sebebi olarak -aslında sonuç olan- savaş sunulur.

“Peki de ne yani?”

Fazla fakirlik şiddet getirir yani.

Türkiye’nin ekonomik sinirleri ile oynamak bölgesel bir krizin küresel hale gelmesine çanak tutmaktır diyebiliriz. Türkmeneli Cumhuriyeti için Türkiye saha güvenliğini sağlayacak bir harekata kalkabilir örneğin. Ya da Ege’de doğal konum kanunlarına göre Anadolu’nun parçası sayılan adalara asker çıkarabiliriz. Yani haklılığımız olan her mecrada silahlı tepki vermeye yönelebiliriz. Aşırı fakirliğin sonucu.

 

-Amerika’nın Trump emriyle Meksika sınırına diktiği duvarda dikkat çeken bir unsur var: Duvar spreylenemez vaziyette. Yani üzerine grafiti falan çizmek imkansız görünüyor.

Amerika’da yayın yapan Daily Show programının sunucusu Trevor Noah Vegas’taki selden bahsederken oldukça ilgi çekici bir konuyu dikkate getirdi. Buna göre kuruyup daralan bir nehirin kuruyan kısmında bir kaya bulunuyor. Bu kayanın üzerinde 16 yy.’dan bazı yazılar mevcut. Ve yazı şöyle diyor: “Bu yazıyı okuyorsanız yas tutmaya başlayın.” Bence bu acayip bir haber.  Aslında biraz da ümit verici. Çünkü kaya göründüğüne göre daha evvel su seviyesinin bu kadar gerilediği görülmüş. Yine de “yas tutun” ifadesi çok dramatik.

 

-Washington DC’de ve İstanbul’daki elçilik ve konsolosluklar aslında turistik mekanlardır.

-Amerika’ya ilk giden Kolombus “altın, altın” diye bir ömür tüketti. Günlüklerine bakıldığında şöyle satırlar görülüyor: “Son tanıştığımız yerli kabiledeki kadınların bazılarının bileklerinde altın bilezikler vardı. Altına yaklaştığımızı hissediyorum. Bu yerliler altının yerini biliyor olmalılar.” Aslında biraz komik bir durum; yeni bir medeniyetle tanışıyorsun ve gözler etrafta fıldır fıldır altın arıyor.

Amerika’ya Kolombus’ta binlerce yıl evvel Vikingler’in gittikleri söyleniyor. Doğru olma ihtimali yüksek. Ancak giden Vikingler’in geri dönememiş olması da ayrı bir gerçek olarak ortada duruyor. Yerliler belki de Vikingler’i hapır küpür yemiş olabilir. “Olm beyaz adam yiyince ayı gücünde oluyormuşsun lan!” Niye “yerli” deniyor? E çünkü yer de ondan. Ne bulsa yer yani. İnsan, fil, ananas aklına ne gelirse yer. Çünkü yerli.

 

-Berlin Belediyesi şehir içi toplu taşıma otobüslerini hibrid yapıyormuş. Şimdi tabii diğer büyükşehir belediyeleri üzerinde bir baskı unsuru bu. “Berlin’de var da biz de niye yok?” diyebilir ahali. E tabii bu durumda Londra, Paris, Madrid, Roma, Viyana, İstanbul gibi şehirlerin belediyeleri de hibrid otobüse geçmek isteyecektir. Ve fakat şöyle can yakıcı bir gerçek var: Bir hibrid otobüs  4 milyon $.

Ayrıca gerçekçi olmaya devam edelim: Yahu İstanbul’da bir otobüse otobüsün kapasitesinin 8 katından fazla insan bindiği oluyor. Hibrid otobüs çekebilecek mi bu yükü? Yahu biz ineceğimiz durakta inmeyi başarıp başaramayacağımızı düşünüyoruz, Berlin ise “hibrid” diyor.

 

-Adaleti Kaldırma Partisi… Siyasi parti amblemleri öyle faraza ya da anlamsız bir içerik taşımıyor. Siyasi partilerin amblemleri uzun süren tartışmalar sonucunda şekil alıyor. Sadece 5 sene 10 sene değil, onlarca sene sonrası düşünülerek tasarlanıyor siyasi parti amblemleri. Örneğin bir Altı Ok’un taşıdığı ilkesel anlam var. Bir Üç Hilal’in taşıdığı ulvi bir mana var.

Bir de meselâ ampul var. Ters duran ampul. Ampul dediğimiz Amerika’nın en öncül icatlarından biridir. Bu durum tesadüfi midir?

 

-Türkiye’de haklıyı savunan avukat karnını doyuramaz. Hatta Türkiye avukatına göre haklıyı savunmak avukatlık değildir. Çünkü haklı zaten haklıdır. Türkiye avukatına göre olanın zıttına ikna avukatlıktır.

-Tek kişi saplantısı. Siyasiden ziyade biraz ilişkisel manada. Yani hayatında bir tek kişiye bağlanıp tüm hayatını onun etrafına bina etmek. Bu biraz manyakça değil mi? Yani tamam, toplum düzeni böyle işliyor ve ancak bu durum cidden bir acayip değil mi yani?

Bir kişi. Bir kişiden fazlası yok. Tam deli işi aslında. Bildiğin obsesyon. Bir kişiye takılı kalma sendromu. Bir de bunu resmileştirebiliyorsun. Tam acayipler acayibi işler aslında.

Politik anlamda da Türkiye’nin bir “tek adam” takıntısı var. Bir kere “tek adam” çok güçlü bir tamlama. Süpermen demek gibi bir şey. “Tek adam” Dünya’ya karşı falan. Ve Türkiye’nin böyle bir takıntısı var. Her türlü konuda muhatap alabileceği yalnız ve tek kişi istiyor Türkiye. “Bütün bu olanlardan o mesul!” diyebileceği bir kişi arar Türkiye. E bu da acayip. Bildiğin tek kişi takıntısı. Sadece bir tane olduğuna göre verebileceğin tüm saygı ve sevgiyi ona veriyorsun demektir, değil mi?

Türkiye’nin politik takıntısı ile ilgili şöyle de bir durum var: Türkiye Devleti’nin en üst makamında ki kişi tekil bir kişi. Ülke ise 80.000.000 kişi. Tekil kişiden ülkedeki insanlara açılan mahkeme sayısı, tüm ülkenin tekile karşı açtığı mahkeme sayısının neredeyse 50 katı daha fazla. Bu bildiğin mizahtır. Dev bir karikatürün içindeyiz sanki. Yahu bir ülkenin başkanının vatandaşa açtığı mahkeme sayısı nasıl olur da vatandaşın başkana açtığı mahkeme sayısını geçer? Mümkün değil bu! Hem de 50 katı! E çüş artık be!

 

-Borsa’da çok işlem kazançtır. Adam 1 saniyede 3 kez al-sat yapıyo haci!

Galatasaray hentbol takımını uluslararası bir turnuvanın Final serisi için Hırvatistan’a gönderiyor. Kimi yatırımcı “Klübün kasasından para çıkacak, sat.” derken kimi ise “Hentbol takımımız Hırvatistan’da. Hakkaten büyük klübüz biz yahu, al.” diyebiliyor.

“Bizim şirketin TV’de reklamını gördüm. Demek ki işler kofti. Sat sat sat!” diyen var be!

100 milyar Dolar’ı olan adam bundan 1 ay 12 gün 8 saat 42 dakika 53 saniye sonra Borsa’da ne olacağını bilir.

Ayıp değil; o adamların insafına kaldık. Kötü değil. Çünkü o adamlar diyor ki; “Bir zengin bir fakir var ise zengin var. Bir zengin ve bir zengin daha var ise daha fazla zenginlik var.” zihniyetinde.

Borsa’da hızın önemsiz olduğuna öküz bile ikna olamaz. Hız neredeyse her şeydir. İtalya’dan ve ABD’den aynı anda aynı siteyi klikliyoruz. ABD’deki ekran İtalya’dakine göre iki saniye erken tepki veriyor. Borsada bu fark kazandırıyor.

 

-Türkiye’de muktedir makamım olsa idi odaklanacağım 3 merhale olurdu: su, uzay ve birlik.

Su, uzay ve birlik.

Dünya’nın geleceğinde suyun konumunun bugünkünden çok daha kritik bir hale geleceğini görmek kimse için zor değildir. Hali hazırda Dünya’da içme suyu ihtiyaçlarını karşılayamayan insanlar vardır. Su her şeyin ötesinde olandır.

Maalesef suyun küresel dağıtımı yeteri kadar verimli yapılmamaktadır. Yani halen uluslararası ve kıtalar arası su boru hatları inşa edilmemiştir. Petrol ve gaz boru hatları yaptık. Çünkü bu ekonomikti. Bugün Kuveyt’te su benzinden pahalıdır. Yani kışın yağan karlar İsveç’te ilkbaharda erirken, ortaya çıkan muazzam miktarda su dokunulmadan denize karışmaktadır. İşte İsveç’teki bu dokunulmayan/ihtiyaç fazlası kaynağı alalım ve Afrika’ya taşıyalım. Türkiye bu konuda seyirci olmak zorunda değildir. Bu projenin gerçekleşebilmesi için Türkiye’nin mevcut kapasitesi kâfidir.

Türkiye olarak su hakkında bölgesel, kıtasal ve küresel anlamda yapabileceklerimiz olduğunu unutmadan hareket etmek Türk’e yakışan olacaktır.

Uzay konusu ise; artık uzay mizahı üretmekten ziyade uzay projeleri üretmeye başlamalıyız. Çünkü binlerce yıl sonrasının kalıcı kültürleri uzayda yer edinebilen uygarlıklar olacaktır. Türk insanlık için bir zenginliktir. Türk’ün uzayda varlığı önemlidir. Delikanlı bir lider çıkıp “20 sene sonra Güneş Sistemi’nin dışına çıkacağız!” diyebilmelidir.

Ay Yıldız uzayda olmaya en layık olan bayraklardan biridir. Ay Yıldız’ı Ay’a halen dikememiş olmamız ise bence utançtır.

Birlik ise tabii ki Türk Birliği hakkındadır. 4000 yıla yakın devlet tarihimize bakıldığında Türk Devletleri’nin neredeyse sürekli olarak birbiriyle çekiştiği ve hatta savaştığı görülmüştür. Bugün, 4000 yıl sonra Bağımsız Türk Cumhuriyetleri’nin hepsi birbiri ile iyi geçinmekte ve birbirini kollamaktadır. Yalnızca bu gerçek bile siyasi anlamda bir birliktelik ortaya çıkarmamızın ne kadar yerinde olduğunun göstergesidir.

Bişkek’in Akdeniz’e kıyısı olduğunu düşünmek. Aşkabat’ın İstanbul ile komşu olduğunu tasavvur etmek. Ortaya büyük bir güç çıkacaktır.

Bu birlik yapısının Türkiye’yi Batı’dan koparacağına inanmak gereksizdir. Türk Birliği üyesi olmak Avrupa Birliği üyesi olunamayacağı anlamına gelmemelidir.

Ülkeler ve devletler arasında çıkar çatışmaları olabildiğine göre çıkar örtüşmeleri de olacaktır. Çin ve Rusya’nın arasında Türk Birliği gibi bir dengeleyici unsur Avrupa ve ABD’nin çıkarları ile de örtüşür durumdadır. Ve ancak bu bize ülkümüzden cayma sebebi sunmamalıdır. Bilakis bunun getirdiği avantajdan faydalanılmalıdır.

Türk Birliği, Arap Birliği derken birliklerin birlikteliğinden Ümmet’e ulaşılabilir.

Her zaman ve daima; “Kimle birlik olabiliriz?” diye düşünmelidir devlet.

Birlik insancıl olandır. Birlik iyi olandır.

 

-Yakın dövüşü bilen uzak dövüşü yeğler.

 

Bugün 9 Eylül 2022  Cuma  23:55    İstanbul      Bahadır Gezer   

-Çoğu zaman mizahi düşünmeye çabalıyorum. Gülmek en kritik ihtiyaçlarımdan biri. Vücudumun kondisyonunu (yani olan kondisyonunu) müziğe, yürümeye ve gülmeye borçluyum diye gözlemledim. Bu açıdan gülmeyi deniyorum çoğu zaman. Ve fakat;

Şimdiki mevzu zerre gayri ciddi tutum kaldıracak bir mevzu değildir: Nükleer.

Şehir yaşamının gelişkin olduğu ülkelerde ve yani kabaca 5 milyon nüfustan fazla nüfus barındıran şehirleri olan ülkelerde nükleer enerji kaçınılmaz bir enerji üretim seçeneği olarak karşımızda durmaktadır. Bütün gelişkin ülkelerde nükleer santraller vardır. Doğal olarak biz Türkiye’nin de buna ihtiyacı var.

Ve ancak; Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerinde Rusya’ya nükleer reaksiyon yapma salâhiyeti vermekte neyin nesidir? Nükleer tarihçesi kazalarla dolu Rusya nükleer açıdan güvenilir değildir; bir. Rusya’nın devlet politikası ile Türk’ün devlet stratejisi çakışmaktadır; bu iki. Böyle bir durumda Rusya’ya Türkiye’de nükleer santral yapma iznini vermek demek tam bir akli noksanlık demektir.

Lütfen, lütfen nükleer santral işini farklı bir devlete ihale edeceksek, bu ülke Pakistan olsun. Lütfen diyorum yahu. Pakistan hakkında “Fakirlikten ağzı kokan adam bize nükleer mi yapacak?” kadar sığ düşünenlere şunu söylemek isterim: Pakistan’ın nükleer geçmişinde bir tane bile kaza bulunmamaktadır; bir. Pakistan Türkiye’nin ve Türk’ün en önde gelen dostlarındandır. Hatta belki de Türkiye’nin birincil müttefiğidir; bu iki.

Lütfen ekonomik açıdan en verimli yöntem olarak nükleer santralin ihalesinin farklı bir ülkeye verilmesi düşünüldü ise, bu ülkeyi Pakistan olarak belirleyiniz.

Ve fakat; Akkuyu’da temel atıldı bile. Temel atmak ile ilgili böyle bir kanı var: temel atıldıysa iş bitmiş demektir.

Niye Türkiye’ye böyle bir kötülük yapmak?  Türk Cumhuriyetleri’ni yarım asır esaret altında tutan, Kırım’ı işgal eden, Azeri’ye karşı Ermenistan’ı destekleyen Rusya’ya Türkiye’nin en kritik tesislerinden birini emanet etmek düpedüz kötülüktür.

 Türkiye Rusya ile münasebetlerinde “Rusya’yı tekrar medya özgürlüğüne ve bireysel bağımsızlığa davet ediyoruz.” falan gibi açıklamalar geliyor mu Türkiye’den? Tabii ki hayır. Kendinde olmayan bir şeyin tavsiyesini başkasına nasıl vereceksin ki?

 Öyle ya da böyle; Türkiye’nin nükleer yapı ihtiyacını lütfen Pakistan üstlensin. Rus’a 5 Lira veriyorsak Pakistan’a 7 Lira verelim. Ama nükleerimizi gözümüz kapalı güvenebileceğimiz bir millete ihale edelim.

 

-Türkiye’de son 20 yılda siyasi başarının en önemli unsuru olarak utanmazlık ön plana çıktı. Ben Türkiye’de siyasi gündemi takip etmeyi 6 yıl evvel bıraktım. Sağlığımı korumak için yapmam gereken buydu. Devletin en üst kademesinin yapmış olduğu Nazi sempatizanı açıklamalardan sonra anladım ki Türkiye bozuk vaziyettedir. “Ananı da al git!” ler, “Sürtük” ler, “sOROS çocuğu”sövgüleri, “200 Liracık” lar, “Gemicik” ler, “Ayakkabı kutucuk” ları, “Benim işim asmaktır, kesmektir.” ler, “Kandırıldım” lar, “Ben mi gidin dedim yahu?” lar, “Çözüm süreci” gibi çareler ve daha nicesi. Külli başarısızlık sergileyen bir hükümetin Dünya’nın gözde demokrasilerinden biri olan Türkiye’de iktidarı gasp etmesi (Akp’nin siyasi yasaklı bir örgütlenme olduğunu unutmayınız) izlenebilecek bir drama değildir. Bence yani. Hele ki Nazi açıklaması artık zurnanın zart ettiği noktadır. “Ben Türkiye’nin Hitler’i olmak istiyorum.” açıklamasıdır bu. Naziler her yıl onlarca Türk ailenin evini yakıyormuş ona ne ki.

 

-Telefonumuzu vatandaşa uzattık ve söylediklerini kayıt ettik. Ne diyor bir vatandaş:

“ ‘Ne istediler de vermedik’ denilenler darbe girişimi yapıyor. İstenilenleri vermesiyle övünenler ise bundan pay çıkarıp yine de mağduru oynayabiliyor. Faraza ve kutsiyeti olmayan gün ve zamanlarda salâ okunmaz. Şehit içinse; 30 Ağustos’ta niye salâ okumuyorsun? Niye okumadın?”

Vatandaş siyaset hakkında asabi. Zaten bizim tarihimizde güle oynaya siyaset anca dev devlet adamları zamanlarında görülmüştür. Örneğin rahmetli Turgut Özal ve Süleyman Demirel zamanlarında Türkiye’nin siyaseti daha az stres barındırıyordu.

Şimdi ise siyaset vatandaşın moralini bozuyor.

 

-Beyaz doğup siyah olmak siyah doğup beyaz olmaktan daha kolay. Yani beyazlaşmak siyahlaşmaktan zor.

Michael Jackson siyah iken beyaz oldu. Şimdi de bir meşhur beyaz iken siyah olsun da görelim.

Bu arada rahmetli Michael Jackson’u anmışken şunu da söyleyeyim: Eğer 5-6 sene de daha yaşasaydı Michael’ın şeffaf olacağını söyleyenler var. Yani derisi bildiğin renksiz ve saydam olacakmış. Bütün damarlar, kaslar gözünün önünde.

 

-Amerika’da özü hakkında cahilliğini aşırı radikal tavır ile örtmeye çalışan gruplar bulunur. Örneğin İtalyan asıllı Amerikanlar İtalya hakkında zerre bilgiye sahip değildir. “Üç tane İtalyan şehri söyle” dersin, “Roma” der sonra kitlenir kalır. Ama iş İtalya’nın çıkarlarını korumaya gelince İtalya’daki İtalyanlar’dan daha milliyetçilerdir. Garip bir durum.

Aynı şey Ermeni asıllı Amerikanlar’da da görülür. Ermenistan hakkında gıdım bilgisi bulunmayan bu güruh gel gör ki Ermenistan’ı Ermenistan’ın kendisinden daha iyi savunduğu iddiasındadır.  İşte bu cahil Ermeni asıllı Amerikanlar “Türkler katil!” der.

Ermenistan önümüzdeki dönemde 1915 yılında gerçekleşen tehcirin bir soykırım olmadığını parlamentosunda onaylarsa şaşırmam. İşte o zaman bu Fransa, Amerika falan ne yapar merak ediyorum.

“Ermenistan niye öyle bir şey yapsın ki? Türkiye-Ermenistan ilişkileri daima gergindir.” gibi tepkilere şunu söylemek istiyorum; Fener Patriği Ermeni olur ise, Ermenistan Türkiye ile nasıl hasım olsun ki?

Ermeniler Türk Kültürü ve Devleti geleneğinde önemli yer tutmuş bir ulustur. Türk Tarihi’nin pek çok sanatkarı, yöneticisi Ermeni olmuştur. Tarih bilen Ermeniler bunun farkında. Tarih ilminden bihaber Amerikan Ermenileri ise bunları yalan olarak damgalamaktadır.

 
-Lira değerlenirse Borsa ucuzlar. Yani Lira değerlenirse Borsa’da fiyatlar inecektir. Bunun sebebi Lira-Dolar dengesinde Dolar çok pahalı hale geldiği için Borsa’da Lira üzerinden işlem gören pek çok hissenin Dolar bazında değerinin çok düşük hale gelmesidir. Yani BİST’te neredeyse 3 Cent’e hisse ortaya çıkmıştır. Bu ise yabancı yatırımcının Borsa üzerinde tekel oluşturması sonucunu doğuracaktı. Bu sebeple Borsa refleks gösterdi ve hisse fiyatları artırıldı.

Bu durumda daha evvel denildiği üzere; Lira pahalılaşırsa Borsa’daki hisselerin değerleri inebilecektir. Peki Lira’nın değerinin artması için herhangi bir sebep var mı? Bir daha ki genel seçimlerde bir değişim yaşanırsa belki.

Peki Borsa’nın değer kaybetmesi olasılığına rağmen pahalı Lira uygulaması yapılmalı mıdır? Evet. Çünkü bu durumda yerli yatırımcının Borsa’da hisse satın alması kolaylaşacaktır.

 
-Efendim bu konu aslında hepimizin gözü önünde olan ve fakat tartışmadığımız bir mevzu: Sınırlara duvar inşa etmek. ABD geçtiğimiz dönemde Meksika sınırına derme çatmada olsa bir duvar inşa etti. Bunun sebebini bu sitede daha evvel anlatmıştım: Çoğu kimse sanıyor ki Amerika Meksika’dan kendi sınırları içerisine yapılan kaçak göçmen akınına karşı tedbir almıştır. Ama aslında durum tamamen bu şekilde değil. Bugün sayısız elektronik alet hiçbir vergilendirmeye uğramadan ABD’den Meksika’ya geçmektedir. ABD’de üretilen bir IPhone ABD’de 4.000$ ise bu fiyat Arjantin’de 6.000$’a çıkabilmektedir. Çünkü uluslararası ticaret vergilendirmesi, tedarik gibi harcama kalemleri vardır. Ancak kaçakçılar ABD’den aldığı IPhone’u Meksika’ya tarifesiz geçirince Arjantin’de bu cihazı 6.000 yerine 4.500$’a satabilmektedir. Yani ABD’nin duvar olayı Meksika’dan ABD’ye geçişlerden ziyade ABD’den Meksika’ya yapılan geçişlere karşı alınmış bir tedbir uygulamasıdır.

Peki biz bunu Türkiye’de niye tartışmıyoruz? Yani Bir Alman ile Fransız’ın bunu tartışması saçma olabilir. Çünkü adamlar birleşmişler artık. Bildiğin tek ülke gibiler. Bazı evlerin mutfağı Almanya’dayken yatak odası Hollanda’da. Ve fakat ya biz? Biz Türkiye? İran, Irak ve Suriye sınırlarımıza duvar inşa etmeyi neden hiç düşünmüyoruz? Düşünsek bile bunu niye dile getirmiyoruz? İtiraf edelim; bunun asli sebebi şu; bu sınırlar her an değişebilir. Türkiye Suriye ve Irak’ta sınır genişletebilir.

Buna pek katılmıyorum. Çünkü Irak ve Suriye’de Türk varlığını temsil edebilecek devlet yapılanmasının adı Türkmeneli Cumhuriyeti’dir. Türkiye değil.

 
-Uzaylı gelmiş, ilk cümlesi “Selam Dünyalı” oluyor. Gıcık gideceğiz ya?

“Dünyalı mı? Aslında orijin Aden benim.”

 
-Dünya daha hızlı dönmeye başlamış. Yani haberler bu yönde. Ancak bu hızlanma yılda bir saniyeden daha az olduğu için şimdilik saatlere falan yansımıyor.

Peki Dünya’nın hızlanması mı daha tercih edilir, yavaşlaması mı? Yani tabii ki olduğu gibi olmaya devam etse en iyisi belki ama herhangi bir değişim muhakkak ise hızlanması bence yavaşlamasından iyidir. Çünkü yavaşlamanın sonu durmak. Hızlanmanın ise sonunun ucu açık.

 
-Bazen hepimize teker teker çoğul olduğumuz yutturuluyormuş gibi hissediyorum.

Yani dışarıdaki ve Dünya’daki herkes seni tanıyor. Hayvanlar, ağaçlar bile seni biliyor. Herkes ve her şey senin için. Ve ancak bu herkes ve her şeyin içindekilerde senin sahip olduğun lükse sahipler. Sen özelken herkes nasıl özel olur? Herkes özelse nasıl özel olur?

Nasıl olduğuna kafa yormak eziyet.

Durum ise bu kadar net.

 
-Mars’ta yerleşke kurulması projesi yıllardır gündemde. Diyelim ki bu oldu. Benim aklımı kurcalayan sorulardan biri; Yerleşimci kadınlardan biri hamile kalırsa Mars’ta doğacak ilk insan evladı nasıl olacaktır? Büyük ihtimalle Dünya koşullarına aykırı ortamda olduğu için deforme olmuş olabilir. Daha az yer çekimi falan çocuğu bir hilkat garibesi yapabilir. Belki fazla bile yaşamaz. Ve ancak bu çocuğun sunacağı genetik bilgi üzerinde çalışmalar yapan bilim insanları ikinci hamilelikte çocuğun sağlıklı olması için elinden geleni yapar. Genetik takviyeler uygulanır. İkinci çocuk doğar. İlk çocuğa göre çok daha iyi durumdadır. Ve ancak yine de bazı uzuvlarının ve zihni gelişkenliğinin sıradan insandan farklı olduğu gözlemlenir. Bu çocuktan elde edilen bilgi ile üçüncü hamilelikte yapılabilecek en iyi sağlık desteği verilir ve üçüncü Mars çocuğu sağlıklı ve normal bir bünye olarak doğar. Peki ilk iki çocuk? O iki çocuğun doğmasına göz yummak ahlâki miydi? Nefesini dahi zor alacağını bile bile o ilk çocuğun doğmasına izin verilmeli miydi? Tabii ki onlardan alınan bilgi faydalı olmuştur. Ve ancak gezegenlere adaptasyon sürecinde hangi vicdana göre bazı insanları feda edeceğiz? Acılar içinde öleceğini bile bile ilk doğanların haklarını nasıl göz ardı edeceğiz?

 
-Roma’nın Müslüman olduğunu anlamıyorlar. Roma İstanbul’dur.

 
-İstanbul’da yürürken tanrı veya tanrıçaya rastlamak… edebi tarih kaydına göre oldukça mümkündür.

Bu tanrılar ve tanrıçalar onlara denk geldiğinizde öyle devasa ve acayip şeyler yapmazlar. Gerçekçidirler. Gerçekliğe aykırı şey pek yapmazlar. Çünkü gerçekliği yapan onlardır.

Yine de onları gördüğünde anlarsın. Bir farklılıkları olduğu bellidir. Kızı veya adamı yirmi metre uzağında gördüğünde farklı bir şey olduğunu hissedersin. Farklı bir etki çapı, farklı bir tip, farklı bir duruş.

 
-Bazıları ciddi ciddi buzulların erimesini istiyor ve özellikle bunun için uğraşıyor.

Evet, bu gerçek.

Kimileri gerçekten buzullar erisin istiyor. Buzulların altında, Kuzey Okyanusu (Kuzey Okyanusu?.. umarım böyle bir şey olmaz)’nun dibinde yüksek miktarda fosil kaynak olduğu düşünülüyor. Ve hatta bunun kesin olduğunu söyleyenler bile var. Yani Kuzey Kutup Dairesi’nde Dünya’nın tümünden fazla petrol olması ihtimali var. Eğer buzullar erirse bu yönde çalışma yapmak için bir engel kalmayacaktır. Bu çalışmalar buzullar varken de yapılabilir ve ancak Dünya’nın tepkisinden çekinilmektedir. Buzulları eritici faaliyet diye bu tür çalışmalar şu anda yapılamamakta.

Bununla beraber Grönland (Greenland İngilizcesi. Yani Yeşil Diyar demek)’deki buzul tabakasının kalkması sayesinde bu dev adanın tıpkı isminde olduğu gibi yeşil bir diyar haline gelmesi rüyalarını görenler var.

Bu tür zihniyetler ciddiyetle buzulların erimesi için ellerinden geleni yapıyorlar. Hatta bu süreci hızlandırmaya uğraşıyorlar.

 
-İnsanı yargılamak insanlığı yargılamaktan daha merhametlidir.

Anlaşılmadı mı? Yani şöyle izah edeyim: “İnsan, sen bencil ve zalimmişsin. Yargılanacaksın.” demek ile “İnsanlık, sen Dünya’yı öldürmüşsün. Yargılanacaksın.” demek arasında fark var. Çoğunluk halinde işlediğimiz suçlar genellikle affedilemez mertebede.

 
-ABD’de Türkiye hakkında konuşanları takip ediyoruz. Ama işimiz manyakça zor. Çünkü Türkiye ABD’de Turkey demek. Turkey ise ayrıca hindi demek. Yani bizim telefon algoritmamız ABD’deki tüm telefon konuşmalarını dinlerken “Turkey” kelimesini anahtar kelime tuttuğu için içinde “Turkey” olan dialogları bize yönlendiriyor. Ki yakın analiz yapıp konuşma kayıtlarını dinleyebilelim. Ve ancak bu “Turkey”lerin çoğu hindi anlamında “Turkey”. Yani adamlar Türkiye’den bahsetmiyor aslında.

Bu anlattığım olay var ya. Bizim için büyük eziyettir ha haberin ola. Yani askeri tedbir olsun diye “Turkey” diyorlar.

 
-Her 10 kişiden 9’u Nirvana (Fenafillah) olsa olayın çekiciliği azalır mı?

Yani olağan/casual olur o zaman.

Daha iyi olur yine de ama bence.

Dokunarak Nirvana yayılsa hepinizi ellerim.

 
-I Want One (IWO) kitabının kapağı oldukça amatör kabiliyet ile yapılmıştır. Yani tercih bu yönde idi. Kilit görseller vardı. Çift başlı kartal, dikilitaş, ABD ve KKTC Bayrakları. Kitaba siyaset ağırlıklıymış gibi bir izlenim vermesine rağmen kapakta bunların teşhirini yapmak istedim.

KKTC Bayrağı konusunda sıkıntı çıktı. Yayınevi “Copyright’ı olan bir KKTC Bayrağı imgesi olmadığı için, ve biz Copyright’ı olmayan görsel kullanamayacağımız için KKTC Bayrağı’nı kullanamıyoruz.” şeklinde bir yaklaşım sergiledi. Demek istedikleri gayet netti. Anlıyordum. Kalkıp KKTC, yayınevime “Siz bizim bayrağımızı nasıl kullanırsınız? Mahkemeye gideriz!” dese ve bu sayede KKTC uluslararası mahkemede taraf olarak dolaylı tanınırlık pekiştirse… Bunlar yayın evinin aldığı riskler.

Anlattım. Yayın evinden en az 5 kişiye telefonda saatlerce ve ayrı ayrı anlattım. Kıbrıs’ta Türkler’in nasıl mağdur edildiğini, Türk Kıbrıs’ın tüm adanın su ihtiyacını karşılarken Rum Güney Kıbrıs’ın Türkler’e ambargo uyguladığını, Annan Planı ve Ada Referandumu’nu anlattım. İzah ettim. Dedim ki “Bir halkın hakkı yeniyor.”. Sonra yayınevi “Tamam” dedi.

Bu görüşmeler silsilesi 3 ay zaman aldı. Yani kitabın metni hazır, basıma hazır vaziyetteyiz. Ve kapakta ki KKTC Bayrağı dolayısıyla 3 ay debelenip duruyoruz.

Yayınevinin kararını etkileyen bazı ihtimaller düşünüyorum; Daha önce kapağında KKTC Bayrağı taşıyan uluslararası yayın bulmuş olabilirler. Gerçi ben öyle bir yayın/kitap bulamadım ama sebep belki bu olabilir.

Başka bir sebep; kitabın çok satmayacağını düşünüp “Bir zarar vermez” demiş olabilirler.

Diğer bir sebep; Gerçekten Kıbrıs Davası’nda savunduğum gerçekleri anlamış ve saygı duymuş, ve bunun için destek vermek istemiş olabilirler.

Kitabın ilk sayfasında kapak görselleri için açıklayıcı yazdım. Bilerek. Özellikle KKTC için. Gittim “The Flag of the Turkish Republic of Northern Cyprus” yazdım. Bunun sebebi; ne kadar mecrada KKTC yer alırsa Kıbrıs Türk’ü için o kadar faydalıdır diye düşünmemdi. Yani küresel olarak spor aktivitelerinde, sanatsal etkinliklerde, yarışmalarda, sempozyumlarda, gazetelerde ve kitaplarda KKTC’nin yer alması Türk Kıbrıs Devleti’nin uluslararası tanınırlığı için olumlu etki yapar diye düşündüm.

En yakınımdaki insanların “KKTC Bayrağı’nı görünce almaktan vaz geçer Amerikalılar” gibi tespitleri sabitfikrimi değiştirmedi.  

Peki bunları niye anlatıyorum? Ne sakıncası var ki? Yani samimiyetle basım/yayın sürecinde yaşadığım bazı olayları paylaşmanın nesi yanlış olsun ki? Yani bu “Ya, bak gördün mü işte? Ya, işte ben nasıl uğraşlar vermişim gördün mü?” yaklaşımından ziyade mesleki hatıra hakkında bu.

Bugün ABD’nin en geniş çaplı kitabevi BarnesandNoble’ın web sitesinde tırnak içinde “I Want One” sorgulaması yapıldığında ekranda bir KKTC Bayrağı yer alıyor. Çünkü ekranda I Want One kapağı duruyor. Bu iyi bir şey.

Yani müsaadenizle kapağında KKTC Bayrağı olan bir kitabın yazarı olmakla gurur duyuyorum.

 

Bugün   13 Ağustos 2022     Cumartesi   16:20        İstanbul    Bahadır Gezer

-F16’nın kornasını duydun mu sen hiç?

 

-“Dünya’da istediğin ülkenin başkanı olabilirsin.” denilirse tercih neresi olur? ABD? Çin? Japonya?

“Malta… Herkesin hiçbir şey yapmamasına rağmen zenginleşebilmeyi başaran, güzel iklimli, az sorunlu bir ülke. Güzel kıvam bence Malta.”

Yahu sen keyif yapabilmek için mi başkan oluyorsun?

“Öbür türlü bana katkısı ne ki?”

 

-“Abi adam Türklüğü rozet gibi kullanıyor!”

‘Nasıl yani?’

“Abi geçen gün bi dükkanı basacaktık. Kepenkleri indirip içeriye kitlemiş herifler kendilerini. Silahlılar. Bizimki kepenklere vurarak ne diye bağırdı biliyor musun? -Açın kapıyı! Ben Türk’üm!- dedi abi! Abi bazen yoldan araba çevirip -Ben Türk’üm; bu arabaya el koyuyorum.- falan diyor abi! Bildiğin uçtu yani bu adam.”

Aslında bu adam Amerika’da Türk asıllı polis olsa ve dayaklanmış kapının açılması için “I am Turkish; open the door!” dese daha bir iyi olur belki.

 

-Her şeyi icat etmenin yolu yapay zekayı mı icat etmek?

Öğrenciler artık ödevlerini yapay zekaya yaptırıyorlar. Aynı yapay zekaya “Ödevlerimi sana yaptırmam doğru mu?” sorusunu yöneltince ne oluyor acaba?

Peki ya yapay zekaya “nükleer motor nasıl yapılır?” diye sorulduğunda yanıt veriyorsa bu tüm icatlara kapı aralamak demek değil midir?

Nükleer teknoloji ile ilgili sorulan soruya tam yanıt vermeyen yapay zeka bilgi saklıyor demektir. Ne bilebileceğimize yapay zekanın biçim vermesi biraz can sıkıcı bir durum. E işte sahaflar o yüzden var. Dayatılmış olan yerine, unutulmuş bir tozlu raftaki bir kitabın çekiciliği.

Yapay Yargı

 

-Ay’da 1.000 m² bir yapı yapmak. Her metrekare için 1 kere gitmemiz gerekse bu bin sefer eder. Bir sefer 3 ay sürse bu 3.000 ay eder. Bu yaklaşık 250 yıl eder. Olmaz. Peki her gidişte 20 m² inşa etsek? O zaman 50 sefer gerekir. Bu ise 150 aydır. Yani yaklaşık 11 sene. Bu sanki daha makul gibi.

Peki 1 sefer 2 milyar Lira olsa, 50 sefer 100 milyar Lira eder. Bütçenin belki de 20’de biri.

 

-Yaşamın Dünya’ya Dünya dışından geldiği yönünde bir inanç var.

Bir tohum, ya da bir organizma uzaydan Dünya yüzeyine ulaşır ve hayat filizlenir.

Unutmayalım; Dünya, üzerinde kendisinden yaşlı taşları barındıran bir gezegendir.

 

-Yapay zekaya “etki ve önem kıstaslarına göre her insanı nasıl listelersin?” denildiğinde 8 milyar insanı 1’den 8 milyara kadar sıralayıp listelerse ne yapacağız?

 

-Hassas konu: Yer altı suları haritası. Gördünüz mü hiç? Anadolu’nun yer altı su ağını gösteren haritayı görmüş olabilir misiniz? Yer altı su ağı şaşırtıcı bir yapıya sahiptir. İnsan vücudundaki kılcal damarlar gibiler. Erzincan’ın Yimyikli Köyü’nün çeşmesinden akan su ile Kerkük’ün Siverdan Köyü’nün çeşmesinden akan suyun akraba olduğunu görünce insan şaşırabiliyor. Yer üstü akar sular kadar debileri taşıma imkanları olmasa da yer altı su akıntıları azımsanmayacak miktarda suyun deveranını sağlar.

 

-Makineni cebine sığdır.

 

-Avrupa… 100 yıllık, 500 yıllık değil; 2.000 yıllık hedefimiz. Menzilimiz. Biz: Türk.

Bizim stratejimiz, siyasetimiz, kültürümüz, tarihimiz Avrupa odaklıdır. Bu son 50 yılın falan ideali değildir. Atilla ve Avrupa.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti son 50 yılında yoğun bir biçimde Avrupa Devletleri ile entegrasyon siyaseti gütmüştür. Bir değil, iki değil; 6 Cumhurbaşkanımız bu konuda yüksek mesai etmiştir. Diplomatlarımız, eğitmenlerimiz Avrupa Kültür-Medeniyeti’nin doğum yeri olan Anadolu’yu tanıtmak için çalıştılar. Bu 10-20 senelik bir durum değil. Bu, binlerce yıllık yönden, sapma göstermemektir.

Gelelim bugüne; Akp Türkiye’nin AB ile olan tüm münasebetini kesmiştir.

Eğer bugün Türkiye AB’de olsa idi: Suriye’deki insanlık vahşetinden kaçan ve Avrupa’ya sığınmak isteyen mülteciler Akdeniz’in sularında derme çatma kayıklar üzerinde boğulmayacaktı. Türkiye’nin AB’de olması insanlık için bir kazançtır.

Avrupa’dan bakınca şöyle bir tablo ortaya çıkıyor: İran’dan yola çıkan bir kamyon Türkiye sınırında aramadan geçiriliyor. Aynı kamyon Türkiye’den AB’ye girerken yine aranıyor. Doublecheck olayı yani. Ancak Avrupa İran ile sınırdaş olma fobisini yenmeli. Türkiye’nin AB olması demek Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ında potansiyel yeni üyeler olabilmesi anlamını taşıyacaktır. AB Türkiye’yi atlayıp önce Gürcistan’ı üye yaparsa bu demektir ki AB’de Türkiye’ye karşı düşmancıl bir tavır var.

20 sene, Türkiye’yi AB üyesi yapabilecek bir süredir.

Şu an ki politik popüleritenin etkisi altına girip “AB istemiyoruz!” dediğimizde yakın ve orta ve uzun vadeli devlet tarihimiz, geleneğimiz ve çalışmalarımız ile çeliştiğimizi anlayabiliyor muyuz acaba?

Konu dinî olmaktan ziyade coğrafik bir mesele.

AB’nin miskin ve hoş karşılayan bir tavırdan uzak tutumu Türkiye’de yobaz hareketlenmelerin önünü açmıştır. Bu radikal oluşumlar bu sayede halktan destek görür olmuştur. Vatandaş kendisini dışlayan Avrupa’ya hâd bildirmek derdine düşerek bu çağdışı inanç sömürücülerin eksenine girmiştir.

Peki Hollanda, Belçika, Fransa, Almanya, İspanya, İtalya vs… Türkiye’ye karşı soğuk tavrın bu biçimde sonuçlanacağını bilmiyor muydu?

Yani anlıyoruz ki Avrupa’daki egemen güçler yobaz bir Türkiye istiyor. Peki kim bu egemen güçler? Son 40 yıldır bu kaba tabir ile Hristiyan Demokratlar denilen gruptur. Bunlar Avrupa’yı yönetiyor ve bunların istedikleri; geri kalmaya hevesli bir Türkiye.

Türkiye Cumhuriyeti’ni Avrupa Birliği ekseninden çıkarmak siyasi bir başarı değildir.

NATO’nun parçası ve neredeyse en kuvvetli halkasıyız. Eğer NATO’ya üye olmamış olsaydık ne olurdu?

İnancımıza ve millî kimliğimize sahip çıkmamızı engelleme amacında olmayan bir birliğin parçası olmaktan ne zarar gelebilir ki?

Bu Sovyetler Birliği gibi merkezî dayatma üzerine kurulu bir birlik de değil.

Yahu Avrupa Birliği ile ilgili tartışma aslında fuzulidir. Bu konu ile ilgili en derin araştırmayı Türkiye Cumhuriyeti Devleti yapmıştır. Her türlü ihtimal ve strateji gözlemlenmiş ve en nihayetinde AB üyesi olunması münasip bulunmuştur. Bu noktadan sonra yapılması lüzumlu olan; fasılların birer birer açılması ve üyelik ile ilgili maddelerin gerektiğinde esnetilerek uygulanmasıdır. Ve ancak kısa vadede oy için her şeyi yapabilecek olan zihniyet AB ile ilişkileri koparırsa, bu, devlet emeğine saygısızlıktır.

Türkiye’nin üye olduğu bir AB Mısır’la, Malezya’yla, İran’la, Pakistan’la irtibat kurarken daha rahat olabilecektir. Pakistan Türkiye’ye diyecektir ki “Ya bu Brüksel şuna şu kadar fiyat verdi. Fahiş mi bu? Yoksa cidden maliyet bu kadar yüksek mi? Bir bakabilir misin Türk? Sen içerdensin sonuçta.”, T.C. ise bu durumda “Birader ben sana doğrusunu diyeyim; bize bile çekilen fiyat bu aslında. Ama ben mevzuatı bir daha inceleyip sana bir indirim yapılabilir mi, ekstra bir opsiyon olabilir mi bakarım.” diyebilecektir.

Türkiye İslam Alemi’nin Batı’daki temsili halini alabilir. İslam Batı’da temsil edilmelidir. İnancımızın menfaatine olan da budur.

 

-Ukrayna’da savaş teatral hal aldı. Sanki uluslararası askeri sanayi savaşın bitmesini istemiyor.

Şimdiye dek iki silah parladı bu savaşta: Javelin ve Bayraktar

Ukrayna’nın taarruz helikopterlerine ihtiyaç duyduğu açık.

Ukrayna bir kerede bir meydan muharebesi ile galip çıkacak değildir. Gün be gün kazanılan çatışmalarla yılacaktır Rus.

Bence Zelenski’nin elinde nükleer silah var.

 

-Mucize mi arıyorsun?

Tek başına ara.

 

-OHALan! Savaş hissesi!

Borsa’da işlem gören ordular. Savaşın başında satılan senetler savaşın gidişatına göre değer kazanıyor ve kaybediyor. İnsanın inanası gelmiyor. Neredeyse uluslararası bahis şirketleri Ukrayna’daki savaş ile ilgili bahis açacaklar.

 

-İnsan bunu daha görmedi: kölelikten daha kötüsü de var.

 

-İnsansız tankların tipi ve ebatı niye normal tanklar ile aynı?

 

-Göçerlik, Yerleşik Medeniyet’ten eskidir.

 

-Yüzü Kıble’ye dönük iş yapmak, hareket etmek… istatistiği tutulsaydı doğal bir avantaj olduğu anlaşılırdı.

Çıkan kavgalarda Kıble’ye sırtı dönük olmak dezavantaj. Sen ne dersen de. Bilimsel mi? Yahu benim için dezavantaj. Savaşta Kıble’ye dönük olmak avantaj. Trafik kazalarında Kıble’ye dönük olmak avantaj. Futbolda maç ederken Kıble’ye yüz dönük olmak avantaj.

İnanmıyorsanız tutun istatistikleri.

 Bugün 22 Ağustos 2023 Salı  17:44   İstanbul  Bahadır Gezer 

-Hiç pes eden güreşçi gördünüz mü? Ben hiç görmedim. Zaten pes etmek yerine tuş ile yenilmek daha asil bir duruş gibi duruyor.

 

-Dünya’da yazılmış olan her şeyi okuyabilen bir cihazımız olsaydı insanlığın hiçbir sıkıntısı kalmazdı. Çare konusunu insanlık zaten anlatmış ve yazmıştır. Yani çözüm zaten bulundu. Dünya’da yazılmış olan her şeyi okuyan, bu çözüme nail olur.

Her türlü derdimizin cevabı zaten anlatılmıştır. Yalnızca dikkatimize gelememiştir.

 

-“Okumayı sevemiyorum” diyorsun da sokaklardaki esnafın adlarını, tabelaları, reklam panolarını ve bazen hatta plakaları niye okuyorsun?

 

-3 Kutsal Kitap.

İncil Tevrat’la beraber basılıp yayınlanıyor genelde. Peki Kuran’ı İncil ve Tevrat ile basmaya ve yayınlamaya ne denir?

Amerika’da İncil aldığında, içinde Eski Ahit ve Yeni Ahit vardır. Basit ifade ile Eski Ahit Tevrat’tır. Yeni Ahit ise İncil’dir. Alınan İncil bu ikisini barındırır.

Peki Kuran’ın yayınının böyle olması zındıklık mı olur?

Ha şa. Tövbe yahu.

Sonuçta Kuran’ın Son Kutsal Kitap olduğu net. Bu demek ki bir İlk’i var. Sonu varsa başı vardır.

Tartışılabilir konudur.

 

-“Hayır” kelimesinin “Evet”ten uzun oluşu. İkisi aynı anda tasavvur edilince “Hayır”ın duyulması, anlaşılması daha olasıdır. Matematiksel olarak.

Demek ki “Hayır” duruşu, Türk için daha olası ve kabul görürdür.

Dert ister misin?

“Hayır” kabul görebilir.

Karlı viski ister misin?

“Evet” kabul görmeyebilir.

 

-Bankanın 14 Eylül tarihli kredi borç taksitini 13 Eylül’de yapıyorum. Ayın 15’inde (ödemeniz gerçekleşti) mesajı alıyorum. Borç ödemesi sanki bilinçli bir biçimde gecikmeye bırakılıyor ki banka gecikme tazminatı alabilsin. Pis işler bunlar. Daha evvel ayın 14’ünde ödeme yapıyordum. Ödemenin gerçekleşmesi 15’inde yapılmışçasına gecikme kapsamına alınıyordu. Bu sefer 13’ünde ödedim: sonuç aynı. Bilinçli yapıyor bunu banka sanki. Aslında son ödeme günü olan 14’ünde yapılan ödeme anında gerçekleşmek durumundadır. Nakdi verdin, imzayı attın. Daha ne gerçekleşecek halâ?

 

-Bilgisayarımın Windows’unun her açılışında gösterilen resimler hakkında ne olursa olsun “Beğenmedim” seçeneğini seçer oldum. Önce Türkiye’den bir yer göster hele. Hani Pamukkale? Hani Kapadokya? Hani Sultanahmet Camii? Hani Kapalı Çarşı? Hani Ölüdeniz? Hani Ağrı Dağı? Hani Efes? E artık oha yani. Şimdiye dek belki 500 resim gösterildi. Türkiye bir türlü yok. Ben de tüm resimlere “Beğenmedim” diyorum artık. Bilgisayar ile sidik yarıştırmak. Farklı bir kafa…

 

-Küresel tatbikatlar. Bu konu hassas. Medya sahasında gündeme getirilmesi aslında faydalı olandır. Tüm Dünya’nın elektriklerinin 24 saat için kesildiğini düşünebiliyor muyuz? Uçaklar nasıl uçacak? Elektrik olmadan ulaşımda aksama olmaması mümkün müdür? Peki ya süre 3 gün olursa? Yemeğimizi nasıl pişireceğiz?

Örneğin statlara toplanma tatbikatı. Dünya’da tüm büyük şehirlerde herkes statlara gider. Tatbikata katılanların kimlikleri stat girişinde sisteme alınır ve bu kişilere tatbikata katılımlarından dolayı krediyi kolaylaştıran olanaklar sunulur.

Örneğin dev yolculuk tatbikatı yapılabilir. Her vatandaşa muhtarlıktan bir mektup gelir. Bu mektupta “Dev Yolculuk destinasyonunuz Bartın ili Yumurcuk Belediyesi Reyhanlı Köyü muhtarlığıdır.” denilmektedir. Vatandaşın yapması gereken, tatbikat günü Bartın’a yolculuk etmesi ve gerekli damgayı gittiği yerdeki muhtarlıktan almasıdır. Böylece Dünya’daki herkesin bir gün içinde şehirler arası ve uluslar arası ve kıtalar arası yolculuk etmesi sağlanır. Bu vesile ile küresel ulaşım ağının eksiklikleri gözlemlenmiş olur.

Yani küresel tatbikatlar için fikir önerilerinin sonu belki gelmez bile.

 

-“Uzun karayolu lokomotifi: Bu bildiğin bir tır gibi. Ayrıca bir otobüsü andırıyor. 12 çift dingili bulunan ve dizel ile çalışan, acayip güçlü bir çekici araçtır bu. Arabalar terminalde arkasına dizilir. Ve tüm arabalar birbirine bağlanır. Araçlar boş vitestedir. 200 araca kadar araç arka arkaya bu yolla zincirlenir. Ve ardından bu karayolu lokomotifi çeker ve arabalar şehirler arası yolculuğu bir damla bile benzin harcamadan yapar.”

 

-Bir toz zerreciğinin kıtadan kıtaya uçması mümkün müdür?

 

-Deniz Uygarlığı geleneği olan devletlerin gövde gösterisi okyanus üstü gemilerdir. Transatlantikler yani. Tersanelerinde devasa okyanus üstü gemiler üreten ülkeler medeniyet sıralamasında en üstlerde yer alır. Bununla beraber uluslararası müsabakalarda alınan sportif başarılar yine bir gelişmişlik kıstasıdır.

 

-Fenerbahçe’nin Rennes ile Fransa’da yaptığı mücadelenin 2-2 bitmesine sevindiğimi söylemek zorundayım.

Bugün 4 Türk futbol takımı Avrupa sahnesinde uluslararası müsabakalara çıktılar. Ve neredeyse bu 4 takımımızın hepsi kazanacaktı. Fenerbahçe’nin berabere kalması dışındaki maçlarda Türk takımları kazanan taraf olmayı başardı.

Eğer Fener kazansaydı bir günde Türkiye olarak 16 puan toplayacaktık.

Doğrusunu söylemek gerekirse biz bir günde bu kadar çok kazanmaya pek alışkın değiliz.

Günün diğer maçlarında Trabzonspor Kızılyıldız ile karşılaştı. Trabzon Sırp ekibini Trabzon’da 2-1 yendi. Fenerbahçe’nin ve Trabzonspor’un maçları UEFA Avrupa Ligi maçlarıydı.

Diğer bir kupa olan UEFA Konferans Ligi’nde yine 2 takımımız sahaya çıktı. Sivasspor Romanya ekibi Cluj ile deplasmanda karşılaştı. Sivas maçı 0-1 kazanmasını bildi. Ve günün en ilgi çekmesi muhtemel olan Başakşehir ile Fiorentina maçı… İlk yarıda Fiorentina net bir biçimde daha baskın olsa da Başakşehir minimum hata ile sergilediği performans sayesinde maçı 3-0 kazanmayı başardı.

Fiorentina Avrupa Futbolu içinde güzide yeri olan bir klüp. Deneyimi, tecrübesi ve müzesi zengin bir klüptür. Böyle bir takıma 3 gol atmak gerçekten kolay bir şey olmasa gerek.

Sivas’ın maçında gözüm Sivaslı sporcuların formalarına takıldı. Bu kadar dandik bir forma ben daha evvel görmedim. Bir futbolcunun formasında ki Sivasspor amblemi düşüyordu. Resmen gördüm bunu ekranda. Formanın bu kadar dandik olmasının sebebi ne idi acaba? Rakibi yanıltmak mı? Yani “biz aslında çok fakiriz. Şekilli forma bile yapamıyoruz.” diyoruz zannedip rehavete kapılsınlar diye mi? Sivas maçı hikayesi aslında oldukça ilgi çekici sayılabilir: Hakem Sivas lehine penaltı çaldı. Cluj çok sert ve faulü bol bir performans sergiledi. Hakem çoğu sertliğe göz yumdu. Sivaslı sporcuların maruz kaldığı en az 5-6 faul hakem tarafından göz ardı edildi. Sonra Cluj’ün bir topu çizgiden döndü. Aslında benim gördüğüm topun çoğunluk kısmı kale çizgisini geçmiş. Ve ancak tümünün geçmesi gerekiyor. Yine de hakem bu pozisyonda hatalı bir karar vermiş olduğunu düşünerek daha sonra Sivas’ın hak ettiği 2 penaltı pozisyonunu es geçti. Sanki bir kere penaltı çalmış olduğu için bunu bir daha yapmak istemiyordu. Ya da Cluj’ün çizgiden dönen topu konusunda kesin yargıya varamadığı için durumu eşitlemek namına Sivas’ın hak ettiği pek çok düdüğü çalmadı. Maçı kazandığımız için bunları konuşmuyoruz. Ve fakat kaybetseydik bunda hakemin payı oldukça çok olacaktı. Ayrıca Sivas kalecisi Ali’nin kurtardığı iki net şut vardı. Bunlar çok zor kurtarışlardı. Ve ancak Ali kaleyi korumayı başardı.

Başakşehir-Fiorentina maçı ile ilgili aklımda en çok kalan şey Fiorentina kalecisinin abes bir pozisyonda top sektirmeye çalışması, bu esnada topu kaptırması ve gol yemesidir. Çok komikti. Gözümden yaş gelene kadar güldüm. Tam denyoluk. Kaleci çıkmış ceza sahası dışında top sektiriyor. Hem de pres altındayken.

Başakşehir ve Sivasspor’un yer aldığı UEFA Konferans Ligi’nin futbol kalitesinin düşük olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Avrupa Futbolu tarihinde önemli yerler edinmiş takımlar bu turnuvada mücadele etmekteler. Villareal, Basel, Avusturya Viyena, FC Köln, AZ Alkmar gibi takımlar bu turnuvada yer alıyor.

Gün ile ilgili şaşırtan bir durum ise şu: 4 takımımız mücadele ettiler. Başakşehir, Sivas, Trabzon ve Fenerbahçe. Fenerbahçe dışındakilerin hepsi kazandılar. Ve gariptir ki bu takımlar arasında itiraf etmek gerekirse en rütbeli olan Fener’dir. Yani 4 takım arasındaki en güçlü olan galip gelememiş oldu.

Türkiye’de futbolu düşününce aklıma teknik direktörler geliyor. Tabii ki Türk teknik adamlarla çalışmak güzel. İyi. Ve ancak bizim ligimize Derwal geldi zamanında. Feldkamp geldi örneğin. Parreira geldi örneğin. Bu adamlar Dünya Futbolu’nun zirve isimleriydi. Alman Milli Takımı’nı çalıştıran Löw Türkiye’de teknik adamlık yapmış bir başka örnek. Yani aslında biz ligimize en iyileri getirebiliyorduk. Ve böyle adamlar ligin tümünü etkiler. Kalite yükselir. Niye Mourinho’yu düşünemiyoruz? Neden Guardiola’yı düşünmüyoruz? Neden Zidane’ı düşünmüyoruz?

Para mı? Yahu 30 yıl önce paramız mı vardı?

Futbolun ilmini sahaya yansıtacak teknik adamlara ihtiyaç var.

Antrenman kültürü ile takımı yekpare bir birlik içinde hareket etmeye sevk eden yapısı olan, kazanmaktan başka hedefi olmayan hocalar. İhtiyacımızın bu olduğunu düşünüyorum.

Trabzonspor’a ise kırgınım. Kopenhag gibi bir takıma elenip Şampiyonlar Ligi dışında kalacaksan bir zahmet Türkiye Şampiyonu olma.

4 maç. Sıfır mağlubiyet. 3 galibiyet. Türk Futbolu için güzel bir geceydi.

 

-Kurmalı su motoru… Bunlardan yaygın bir biçimde var mıdır? Bildiğin kurmalı motor. Mandalını 100 defa çevirince 5 saat boyunca kuyudan dışarı su basıyor. Afrika’da bazı yerlerde kuyuların içine sarkıtılan su motorları kullanılamıyor. Çünkü elektrik yok. Jeneratöre bağlayıp çalıştırmak ise yine imkansız çünkü jeneratörü besleyecek yakıt yok.

 

-Trump soruşturmasında federal dosya uluslararası hale gelirse ne olur? Trump’ın bağlantılarının bazılarının farklı uluslardan liderlerle oluşu ve ortada bir suç varsa bu suçun ortaklarının bir kısmının değişik ülkelerde oluşu hakkında ne yapılır?

 

-Adres sorulduğunda ya da adres sorduğumda en sevdiğim cevap: “Dümdüz devam et.”

 

-Hz. Muhammed adında katedral?

Hz.İsa ve Hz.Musa adında camiler var.

 

-Göç yalnızca ABD ya da AB’ye yönelik değil. Polonya’ya, Endonezya’ya, Türkiye’ye göç var.

Afrika’nın nüfusunun yakın zamanda üçe katlanması durumu var. Dünya’nın geleceğini etkileyecek mevzulardan biri budur.

 

-Adam “ben suçsuzum” diyor. Olay şu; adam maça gelmiş. Kale arkası tribüne girmiş. Ve yanında 30 tane meşaleyi içeri sokmuş. Bunu nasıl yaptığı gerçekten ilginç. Tribünden dışarı sepet sarkıtıyor adam. Torba yani. Dışarıdakiler bunu dolduruyor. Adam maç esnasında tribünde meşale satıyor. Sosisli satar gibi. Takım ceza yermiş, maç iptal olurmuş herifin umurunda bile değil.

 

Bugün 16 Eylül 2022  iyi Cuma’lar       02:42    İstanbul    Bahadır Gezer 
  

Bu site SSL sertifikası sahibidir.             This site is SSL certified.

-Ayan olanın idrak ile buluşması bazen vakit alır. Bunun sebebi çok tartışılabilir. Ve ancak asli neden; ayan yalan ile sunulmaktadır. Bu olduğunda apaçık gerçekler kitle halinde es geçilebilmektedir. Bunlar garip değil. Belki kötü de değil. Bunlar bizim özelliklerimiz. Ve fakat anlamamazlık daima sürememelidir.

Elinde mikrofon, kameralar kendisine çevrilmiş, kürsüde konuşmakta olanın sesi yüksek çıkıyor. Heyecanlı ve hesap sorar bir üslup kullanıyor. Arada söylediği cümleler: “Allah bunları affetmeezzz!” , “Allah bunlardan hesap soracak!” Aa? A a?

Yahu herif resmen Allah’tan haber getiriyor! Allah’ın gelecekte ne yapacağını, ne yapmayacağını anlatıyor be! Dinleyen kalabalık ise tınısında öfke sezinlenen bir tekbir getirme furyası içine sürükleniyor.

Durum bildiğin şirk.

Yapmayın lütfen yahu… yazıktır, günahtır yahu…

 

-“Politika İslamize edilecek” denilirken İslam politize oluyor. Ayıkıyor muyuz?

 

-Dünya’da 5 milyar insanın DNA’sını arşivlediğimizde bir klon insana tüm bu 5 milyar DNA’nın barındığı kodu verdiğimizde ortaya çıkacak insan neredeyse tüm insanlığın genetik kodunu taşıdığı için süper insan mı olacaktır?

Aslında bu daha ziyade kırma olmanın getirdiği kalıtsal zenginliğin avantajını kullanmaktır. Hybrid yani. Kırma.

Bir insanı ve bir toplumu kırma yaptığında ortaya ortak bir kültür çıkması sağlanıyor. Bu ise savaşların önüne geçebiliyor. Dünya’daki tüm insanların DNA’sını her yeni doğana bir aşı gibi enjekte ettiğimizde ortaya muhteşem genom çıkıyor. Hasta olmuyoruz. 150-170 yaşına kadar yaşıyoruz. Gençliğimiz 18 ile 130 yaş arası sürüyor. Zekamız, duygusal algımız ve sezgilerimiz çok kuvvetli. Hızla gelişen, çabuk öğrenen bir yapımız var. Vücut kabiliyetlerimiz yüksek.

Niye? Çünkü genetiğimiz bundan 90.000 yıl öncesinden kod barındırırken aynı zamanda 2002 yılında doğmuş bir insanın kodunu barındırıyor. İsveç’ten kod varken kanda, Brezilya’dan da var. İşte bunlar insanı olabileceği kadar güçlü yapıyor.

Bu arada T.C. Anayasası “klon” konusu hakkında ne diyor? Bu konuya değinmiyor anayasa. Niye? Çünkü durumun netliği ortada değil. Yani klonlama iyi bir sonuç mu verecek, kötü mü; bu daha belli değil. Anayasa ise katî bir kesinlik taşıdığına göre böylesi muğlak bir mevzuda direkt hüküm belirtmek bir dezavantaj olabilir.

 

-Gayrimeşru organizasyon. Kanun dışı örgüt: 1990’lı yılların ikinci yarısında Türkiye siyasetinde üsluba “Allah’ın desteklediği partiler” girdi. Bu partilerin liderleri Dünya’nın çeşitli ülkelerine Türkiye’yi temsilen gittiler. Gittikleri yerlerde aşağılandılar. Umursamadılar. Aşırıcı terör örgütleri ile ilişkiler kurmaktan çekinmediler. Bu vahim tabloyu gören T.C. Anayasa Mahkemesi bu siyasi oluşuma dur dedi ve bu tür “İslami parti” furyasının tekrar hortlamaması için bu çizginin temsilcisi olan partiye ve onun genel başkanına siyaseti yasakladı. Ancak allem edip, kallem edip bu genel başkan Meclis’e girmeyi başarmıştır. Nasıl? Politik dolandırıcılık yaparak tabii ki. Siirt ilinin yeni seçilmiş milletvekili ile ilgili sıkıntısı vardı. Siirt’ten Meclis’e gelen parlamenterin yadsınamaz bir suçlu olduğu konuşulurken bir anda bu kişinin milletvekilliği düşürüldü. Ve nasıl oluyorsa bahsi geçen siyasi yasaklı genel başkan işte bu vekilliği düşürülen parlamenterin yerine yedek kadrodan milletvekili oldu! Başından sonuna gayrimeşru kokan bir tablo.

Toplumda yaygın olması suç şebekesi olduğu gerçeğini değiştirmez.

 

-Animal Fighter diye bir program yapsak? Hayvan Dövüşçüsü! Evet bildiğin hayvan dövüşçüsü! Adından da anlaşıldığı gibi hayvanlarla dövüşülüyor. Şiddet var. Evet. Hatta kan var. Yani gorille dövüş başka şey, aslanla dövüş başka şey. Hayvan hakları? Programı çektiğimiz ülkede öyle bir şey yok. Meşhur kaplanlar var: Euphrates ve Tigris adında. Bu kaplanlar şimdiye kadar herkesi haşat ettiler. Nasıl? Ünlü hayvanlar falan?

Ya aslında konu çok vahşet değil. Bir saha var. Arena diyoruz buna. Bu sahada bir özel bölge var. Gol gibi. Hayvan dövüşçüsünün yapması gereken kavga ettiği hayvanı bu bölgeye getirmek. Tabii hayvan bunu istemiyor. Bir aslanın kroşesinin bir insanın yüzünde patlamasını slow motion ve high definition izlemek istiyorsan işte senin programın: Hayvan Dövüşçüsü!.. Çünkü bizde hayvanız! Daağn!

 

-İstanbul’da yoğunlukla iktidarı desteklemiş semtlerin futbol takımları katakulli ile jet hızıyla Züpper Lig’e çıkarıldı. Ümraniye, Karagümrük, Kasımpaşa, Başakşehir… Üst ligimizin neredeyse yarısı İstanbul. Altyapısı bile olmayan takımlar Süper Lig oluyor. Torpilliler, “bizden”ler kadroda yer buluyor. Bu böyle olunca uluslararası karşılaşmalarda başarıyla neticelenen bir mücadele ortaya koyamıyoruz. Şampiyonlar Ligi artık ilgi alanımızdan çıkmak üzere. İngiltere, İspanya, İtalya, Almanya, Fransa ve birazcıkta Portekiz ile Hollanda… İşte bundan ibaret Şampiyonlar Ligi. Yani Avrupa’nın sözüm ona “elit” ülkeleri. Arada Türkiye’nin olmayışı sadece sportif değil, ayrıca tarihi bir hata.

UEFA tarihinde en çok uluslararası müsabakaya çıkmış olan takımlardan biri de Galatasaray’dır. Galatasaray’ın UEFA nezdinde oynadığı maç sayısı B. Dortmund’un oynamış olduğu maç sayısından fazladır.

Kabullenmeyelim! Şampiyonlar Ligi’nin Türk takımlarına kapanmasına rıza göstermeyelim.

 

-Çapak ve sümük aynı şey mi?

 

-Eskiden şimdiki anım ile mutluydum. Şimdi ise gelecek ile ilgili umutlanmanın dışında bir şey yapamıyorum. Umutlanıyorum; gelecek geldiğinde ise umudumun gerçekleşmediğini görüp mutsuz oluyorum. Mutsuzluk içinde umutlanıp kendimi avutuyorum.

 

-Korkunç: Artık tasalanmamaya başlıyorum. Geleceğin kötü olacağına ikna olup bunu kabullenmenin, bununla mücadele etmemenin eşiğindeyim.

Cenazemde kimsenin olmayacağından çok çekiniyordum. Artık önemseyememeye başladım.

Birçok şey için artık çok geç.

Çok geç kalıpta bir sınavı geçmişliğim var mı? Evet var.

Mutsuzluk içinde umut.

 

-Bunu konu etmeye insan utanıyor. Ve ancak acılar çok taze olmasıyla beraber bazı konuları gündeme taşımakta bir kötü niyet aranmamalı:

Deprem hakkında bir film. Örneğin “Enkaz 2023”. Göçük altında kalmış 3 kişinin küçücük bir alanda ve üzerleri kapanmış vaziyette iken hayatta kalmalarının mücadelesini anlatan bir film. Yani filmde anlaşılacağı üzere yer sürekli değişmiyor. Hep aynı yer. İzleyici açısından sıkıcı mı?

Depremin filmini yapmayı şımarıklık olarak yorumlayanlar olabilir.

Aslında film devletin vermiş olduğu reaksiyon, arama-kurtarma ekiplerinin çabası, göçük altındakilerin nefesleri, sağlık ekiplerinin özverili çalışması gibi uçlarda gidip gelmeler yaparsa oldukça sürükleyici bir hikayeye sahip olabilir.

Deprem hakkında film depremi ciddiye almamak değildir.

 

 -Türkiye’de zafer ve mağlubiyet gibi anlamı net kavramlar bile muğlaklaştı.

Merhum Süleyman Şah’ın naaşı istirahatgâhından çıkarıldı. Başka bir yere taşındı. Ve Türkiye’ye bu zafer olarak servis edildi. Millet yuttu.

Birşeyi yapmamak kötü. Ancak yapmazken yapıyor sanmak daha kötü.

Bayraktar SİHA. İyi, güzel. Gökte bayrak taşıyor. Ancak şu bir gerçek: Bayraktar’ın kamerası Kanada’dan, motoru İtalya’dan… Nasıl milli oluyor bu? Milli demek %100 yerli katılım ile olandır.

TCG Anadolu. Dev proje. Eleştirmek hiç istemem. Ve ancak İspanyol menşeili TCG Anadolu. Aslında kendi uçak gemimizi yapsak dahi bu İspanyol menşeili uçak gemisinden alabilirdik. Çünkü bu gerçekten üstün bir gemi. %100 milli mi? Hayır; değil.

Buradaki konu belli: milli sanayi diyoruz, milli montasyon yapıyoruz.

Durum şöyle:

“Kendi uçak gemimizi yapacağız.”

‘Diyosun…’

“Evet.”

‘Üzerinde uçaklar, içinde tanklar ve binlerce mürettebat.’

“Evet.”

‘Ya yan yatarsa gemi?’

“Ne? Niye yan yatsın?”

‘Yani böyle devasa birşeyi milimetresi milimetresine simetrik yapabilicen mi?’

“Yani, yaparım herhalde.”

‘Gel bak burda İspanyol bi uçak gemisi var. Verelim patentini sana, kendi tersanende yap. Sağlam olsun. Sonuçta performansı belli olan bir gemi bu. Risk alma derim ben.’

Ve cayıyoruz kendi teknolojimizi geliştirmekten. Tırsıyoruz çünkü. Yapar da elimize yüzümüze bulaştırırız diye çekiniyoruz. Durum bu.

Yüksek Hızlı Tren (YHT) deniliyor. Fransa’daki, Japonya’daki hızlı trenin yarısı kadar bile bir hız yapmıyor.

Dev köprüler yapılması ile övünülüyor. Güzel, gurur verici tabii ki. Ve ancak bu köprülerin hangisinin baş mimarı bir Türk’tür? Yaptırmayı yapmak zannediyoruz. Çok üzücü olan bir gerçek bu.

Bizler 1990’lı yıllarda bir milli uçak gemisi düşündüğümüzde, bu ideali savunduğumuzda tamamen yerli imkanlarla, çeliği buradan, kablosu buradan, bilgisayarı buradan, radarı buradan, silahı buradan, nükleer motoru buradan, dizaynı buradan ve yani her zerresiyle Türk olan bir geminin hayalini kuruyorduk. TCG Anadolu tabii ki göğüs kabartıcı. Velâkin milliden anladığımız bu değil.

Yapmazken yapıyoruz zannetmenin en tehlikeli yanı şudur: Yapıyoruz sandığımız için gerçekten yapmaktan da uzaklaşırız.

Uçak gemimiz var; üzerinden kalkacak uçağımız yok. Uydu yapıyoruz; uzaya Amerika gönderiyor.

ABD’de eskiden iki günde kurulan kasabalar vardı. Bir gün içinde tahtalardan yapılmış çift katlı kulübeler kasabayı oluştururdu. Bir banka, bir bakkal, bir kasap, bir terzi, bir mefta defin işleri ofisi, bir lokal, bir telgraf-posta şubesi vs… Tüm bunlar yapılır. İki günde. Bütün bu yapılanların sokağa bakan tarafı oldukça gösterişlidir. Ve ancak arkasına geçtiğinde basit bir barakadan ibaret olduğu görülür. Bir nevi Hollywood stüdyolarında olduğu gibi. Önden baktığında debdebe, arkasına geçtiğinde sefalet. Bizlere “bizim” diye gösterilenleri bizlerin yapmadığımız gerçeğini ne kadar gizleyebilirsin ki?

Milli otomobil üretmekle övünülüyor. Yahu şu esnada, 2023 yılı itibariyle Dünya’da elini sallasan bir otomotiv firmasına çarpıyor. Biz milli otomobili 20 sene önce istemiştik. Ki böylece aradan geçen zamanda oluşan üretim tecrübesi ve müşteri tatmini sayesinde bir Citroen gibi, bir Skoda gibi ya da bir Kia gibi üst-orta güçte bir milli otomotiv firmasına sahip olabilirdik. Bugün Tuvalu bile kendi arabasını üretecek hale gelmiş vaziyette. Yani yapılması gerekenden oldukça geç yapılan bir icraatı zafer olarak servis etmek ancak ve sadece Türkiye’nin küresel imajını küçültür. Biz “Araba yapıyoruz!” diye sevinirken el “Allah Allah, bu adamlar bi araba yapmaya ne diye bu kadar seviniyorlar ki acaba?” diyerek bize acıyabilmektedir.

Yapmamak kötü. Yapmazken yapıyorum sanmak ise daha berbat.

Neyin milli neyin milli olmadığının idrakinde Allah muhafaza zorlanırsak durumumuz iyiden uzak olur.

 

-İnsanlığın %80’i dangalaktır.

Böyle deyince sanki rahmetli Aziz Nesin’in o “ünlü” demecine olduğu gibi bir tepki gerekmiyormuş gibi görünüyor. Merhum Aziz Nesin… Nasıl ki Orhan Pamuk bir Dünya yıldızıysa, Aziz Nesin’de ancak ve sadece Türk olanın anlayabileceği romanlarıyla edebiyatımızın canvereni olmuş bir büyük yazardır.

“İnsanlık bitmiş arkadaş.” denildiğinde verilen tepki ile “Türklük bitmiş arkadaş.” denilmesine verilen tepki farklıdır. Halbuki matematiksel bakıldığında ikisi de aynı şeyi söylemektedir.

Kabul edelim; insanlığa sövüş bizde pek umursanmaz. Ancak ne zaman ki milliyet hakkında eleştirel olursun, o zaman şimşekleri üzerine çekersin. Bu durumu yermiyorum. Ve tabii ki övmüyorum. Ve ancak insanlığa insanlık öğretme hevesinde olan bizlere pek yakışmıyor bu vaziyet.

 

-Bir sinopsis: klâsik imkansız aşk hikayesi.

Kız Ermenistan Savunma Bakanı’nın kızı. Erkek Türk Diyanet İşleri Başkanı’nın oğlu. İki ülke çalkalanıyor. Skandal diyenler var. Ermeni diasporası Ermeni bakanı açıkça tehdit ediyor. İki babanın da işi çok zor.

Fikir temelinde çok basit: birbiri ile gerilimli ilişkileri olan iki devletin önemli temsilcilerinin çocukları aşk yaşarlar.

 

-Stad gişelerinin iptali stadyumların boş kalmasının sebebidir. Üç beş arkadaş akşam otururken aniden maça gitmeye kalktığımızda stad gişesinden biletimizi alabiliyorduk. Bu yok artık. Ayrıca stadlardaki izleyicinin büyük bir kısmı 15-17 yaş arası gençler. Resmi anlamda kredi kartı alacak yaş değil bu. Neye göre Pasolig alacak bu ergen?

Stadyumların boş kalmasının birinci sebebi ise başarısızlıktır. Sportif başarısızlık. Manchester United, Bayern Münih, Paris Saint Germain, Real Madrid ile boy ölçüşemediğimiz için 40.000-50.000 kişilik stad sinerjisini yakalayamıyoruz.

50.000 kişi biraraya geldiğinde bu haberdir. Ulusal ve uluslararası haberdir. Bu 50.000 kişinin bir araya geldiği maçta galip gelmek namdır.

Peki İstanbul’a 180.000 kişilik bir dev stad yapsaydık, bu statta oynanan her maç milletlerarası basının gündeminde olmaz mıydı? Gerçi 180.000 kişilik stadı kim nasıl doldursun? Bununla beraber nüfus yoğunluğu ve miktarı açısından Avrupa’da bunu yapmaya en yetkin yer İstanbul.

Brezilya bir Marakana Stadı yaptı, on yıllardır havasını atıyor.

Roma Kolezyum’u yaptı.

İstanbul Meydan’ı yapabilir.

Meydan 180.000 seyirci kapasiteli, dev rezidanslar ile AVM’nin bir araya geldiği dev bir kompleks. Avrupa’nın en büyük stadı. Stadın köşe tribünlerinden göğe doğru gökdelenler yükseliyor. Ultra lüks dairelerde oturanlar salonlarından maçı kendi ev rahatlığında izleyebiliyor.

Tabii Meydan sadece sportif amaç için değil, sanatsal ve siyasi olarakta hizmet verebiliyor. Dev konserler burada düzenleniyor. Siyasi parti mitingleri, çok daha güvenli olduğu için Meydan’da yapılabiliyor.

Milli maç oluyor. Stad full. İstanbul’da her 100 kişiden birinin maça gitmesi stadın dolmasına yetiyor.

Stadın mimarisi, akustiği, stili görenleri hayran bırakıyor. Dünya’nın en önde gelen futbolcuları Meydan’daki ambiyansın hiçbir yerde olmadığını söylüyorlar.

Gerçekten de böyle bir stadı hayal etmek, böyle bir stadın tamamen dolacağını hayal etmekten daha kolay.

 

-Yalnızca istisnai olarak idam cezası infaz edilebilmesi için Meclis karar alabilir mi?

 

-Filoloji lisansı yapmış bir kişi olarak şunu söyleyebilirim: çok erken yaşta ikinci bir dil öğrenmek pekte faydalı olmayabilir. Çocuğun çevreyi tanımakta ve kendini ifade edimde kullandığı anadilin yerini alabilecek bir yabancı dil doğal olarak çocuğun ebeveyn, kardeş ve akrabalar ile çevresini yabancı bir bakışla algılamasına sebep olabilecektir.

Doğru olan aslında devletin kullanmış olduğu sistemdir: İlkokulda yabancı dil eğitimi bulunmaz. Ortaokulda yabancı dil eğitimi başlar ve lise sonlanana kadar yabancı dil eğitimi devam eder. Bunlar tesadüfi ortaya çıkmış mertebeler değildir. Gerçekten de bir çocuğun 13-14 yaşlarından evvel kendini ifade etmek için farklı bir dil kullanmak zorunda kalması bu çocuğun kendi öz dil kabiliyetinin gelişiminin de önünü tıkar. Çocuk duyguları anlamlandıran kelimeleri bulmakta zorlanır ve böylece en temel yetisi olan düşünsel yeteneğinde körelme yaşanır.

“Erken öğrenen daha iyi bilir.” algısı tamamen saçmadır. ABD’de doğup, bu ülkede büyüyen pek çok Amerikan vatandaşı, bir çok göçmenden daha zayıf bir İngilizce bilgisine sahiptir.

Dil öğrenmek tabii ki önemlidir. Ve fakat kullandığımız ölçüde.

 

-Eğitim sistemi göçtü! “Milli” Eğitim’deki “milli” kelimesi Araplığı kast ediyor artık.

Sağlık sistemi göçük. Hekimden randevu almak dert. Hükümet yalnızca hastanelere hasta yığılmasına engel oldu. Evvelden millet hastanede bekliyordu, şimdi evde, bilgisayar başında. Evvelden hastanede bekleniyordu 3-5 saat, şimdi evde bekleniyor 20 gün.

Yerli doktorlar abuk sabuk tıp fakültelerinden mezun. Adı fakülte ama ne teçhizatı var, ne ekipmanı var, ne de ele avuca gelir bütçesi.

İlaç bulunmuyor. Her gün almam gereken ilacı 1 hafta alamadım. Yok hiçbir yerde! “1 hafta” dedim diye dalga geçenler olacaktır “Biz 1 senedir ilaç diye bekliyoruz.” diyerek.

“Sorunları görmezden gelirsek ortada bir sorun olmaz.

Parlayan gözler, 3 kilo portakal.”

TOGG çok iyi ise konvoylar yaptığınız bütün o çakarlı siyah arabaları TOGG yapaydınız.

Gönül istiyor ki kendi çabamızla, emeğimizle ürettiğimiz başarılı olsun. Gönül ister ki TOGG Formula1’de takım oluştursun ve Dünya’nın dev otomotiv firmaları ile yarışsın. Ve fakat bütün bunlar limonun tanesi 2 Lira iken, hurmanın tanesi 6 Lira iken umursanır gibi gelmiyor insana.

 

-TL nasıl bitirilir?

Eğer iktidar yaptığı icraatı Dolar’la ifade ederse, “maaşlar şu kadar Dolar, vergi bu kadar Dolar, yatırım şunca Dolar” derse TL biter ve böylece Türkiye iflas eder.

 

-Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun “Bye bye Türkçe” isimli kitabı aslında yanlış. Doğrusu “Yallah Türkçe” şeklinde olmalı.

 

-USB harici bellek kartı ile ilgili bir yaklaşım şu biçimdeydi: bu kartlar ilk olarak piyasaya sürüleceğinde konuya şöyle bir yaklaşım getirildi; “Dünya’daki tüm harici hafıza kartlarını hafızasına alabilecek bir kart yapana kadar bu ürünü pazara sürmeyin.”

 

-Görünmez emniyet kemerleri. Sağladığı herhangi bir avantaj olduğu şüpheli. Ve fakat belki film endüstrisinde kullanılabilir.

 

-Dünya’nın en tehlikeli şehirleri. Yalnızca asayiş suçları açısından değil; doğal afetler, kaza oranları ve bunun gibi pek çok kriter göz önüne alındığında Dünya’nın en tehlikeli ilk 5 şehri hangileridir acaba?

 

-Kompresör yarışı… apartmanın 20. katından delmeye başlıyoruz… zemine ilk varan galip.

 

-Bunun bir işe yarayıp yaramayacağı hakkında şüphem var: Dünya’nın atmosferinin en dışından 1 ton ağırlığında bir nesneyi bıraktığımızda bu nesneye V harfi şeklinde bir kaydırak (yönleyici) yaparsak bu nesne V harfinin düşüş kısmında aldığı ivme ile çıkış kısmınıda tamamlayabilir mi? Yani atmosferden giriş enerjisi çıkış yapmaya yeter vaziyette midir?

Buna göre V harfine baktığımızda alt kısımdaki köşe yapan bölüm yerdir. Yani Dünya’daki zemin. Yukarıdaki bölümler atmosfer yüksekliğini simgeler. Harfin bir tarafından yer yönüne doğru düşen nesnenin bu ivme ile harfin diğer tarafından tekrar başlamış olduğu yükseklik mertebesine ulaşmasıdır söz konusu olan.

 

-2027’de Roma tahtı 2000 yaşına mı girecek?

“Rome in İstanbul” adında kampanya ile kutlama ve anmalarla kültürel ve sanatsal çalışmalar mı yapsak? Bu İstanbul’un anlaşılması için bir fırsat mıdır?

Peki siyasi anlamda Roma 2000 yaşına geldiğinde İstanbul üzerinde bir etki oluşturmaya çalışacak mıdır?

 

-Lütfen… Lütfen TSK’ni siyasi parti tanıtım filmlerine malzeme haline daha fazla getirmeyin! Türk Silahlı Kuvvetleri A partisi ya da B partisinin güdümünde değildir!

 

Bugün   21 Nisan 2023   Cuma    02:03     Bayramdır.     İstanbul           Bahadır Gezer 

Yayın tarihi: 5 Mayıs 2023  Cuma     İstanbul    Bahadır Gezer

-Manhattan’da teknede yaşamak.

Üsküdar balıkçı limanında kayıkta yaşayan adam misali.

Adam iki günde bir hamama gidiyor. Kayıkta başını sokabileceği küçük bir kutu da yapmış. İnterneti, televizyonu var. Açılıyor Adalar’ yönüne doğru ve oltayla hem kendine, hem de satmaya yeter balığını yakalıyor. Yaşıyor öylece. O adamın bile yanında olmak isteyen hatun vardır. Peki ben niye abazanolojide doktora yapıyorum onu anlamıyorum.

“Abi senin tekne en fazla kaç kişi alır?”

‘Yani 200, 300 kişi sığar sardalya mantığıyla.’

“Okyanusu aşar mı senin tekne?”

‘Hangi okyanusu?’

“Atlantik.”

‘Çok zor. 20-30 metre dalgalar rutin deniz kondisyonu okyanusun büyük kısmında. Yani buna 1 saat dayanırsın, 2 saat dayanırsın. Ve ancak 15 gün boyunca bu şekilde dayanır mı? Yani unutma… bizim tekne ahşap…’

“Abi eğer 200 kişiyi kişi başı 20.000 $’dan ABD’ye götürsek 4 milyon $ ediyor. Yaklaşık 25 milyon TL!”

‘Yahu doğal şartları kaldıracak halde olsak bile, Akdeniz’de bir sürü donanma gemisi var. Durdurur, ararlar tekneyi. Balıkçı teknesiyle buralarda ne yapıyorsun derler.’

“1 milyon rüşvet veririz. Bize 3 milyon kalır o zaman abi?”

‘Yahu şu anda Dünya mültecileri için Batı’ya açılan kapı Ukrayna’dır. Ukrayna’ya gidebilirsen Avrupa’nın her ülkesine gidişin serbest demektir.’

“Abi ne alaka? Biz ondan bahsetmiyoruz ki şu anda.”

 

-Her şey zaten anlaşılmış ve anlatılmış. Yazdıklarımız insanların kaybetmiş olduklarından ibaret.

 

-Görünmeyen, bilinmeyen bir düşmana karşı hazırlanmak zordur. Evren’in çok dost canlısı olmasını beklemek fazla iyimserliktir. Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak Evren’deki bazı canlılar ölümsüzdür. Velâkin onlarda ölümü tadacaktır. Öldürülerek. Var olduğu andan onbinlerce yıl geçmiş olmasına rağmen ölmemiş mahlukatlar. 100.000 yıldır hayatta olan canlılar. Her konuda ve mecrada tamamen uzman kabiliyetine ermek için oldukça yeterli bir süre. Yani bunları öldürmek zor. Hep benci, hep banacı varlıklar. Yaradan tanımıyorlar. Kendilerini kendilerinin hayata getirdiğine inanıyorlar. Evren’in sahibi olduklarını düşünüyorlar. Peki bunlar mermi ile ölür mü?

 

-Şu anlatının defalarca yapılması zarar vermeyecektir: A noktası ile B noktası arasında ki mesafe 5 cm’dir. A noktasından B noktasına 5.000km/s hızla gidildiğinde yolculuk 0,0047 saniye sürmektedir. Bu bu mesafenin azami hız limitidir. Yani saatte 10.000 km hızla gidilse dahi mesafeyi alış süresi değişmeyecektir ve 0,0047 olarak kalacaktır. Ancak; Eğer muazzam uzunlukta bir çember hareketini mesafeden faydalanarak hız almak suretiyle ışık hızından bile hızlı bir biçimde yaparsak ve bu çemberin rotasınada A noktasından B noktasına seyahat konuşlandırırsak bu mesafeyi 0,0036 saniye de alabiliyoruz. Daha uzun mesafe gidiyoruz, kendi etrafımızda dönüyoruz, bu sayede ışık hızı alacak mesafeyi elde ediyoruz. Ve gideceğimiz yere endirekt bir yolla direkt olduğundan daha hızlı gidiyoruz.

 Biz mi gideceğiz? Onlar mı gelecek?

 Amerikan filmlerinde ABD Başkanı’nın uzaylılar ile iletişimde olduğu gösterilir bazen. Uzaylılarla direkt konuşan ABD Başkanları’nı gösterir kurgu filmleri.

 Bana gece ışıldayan gezegeni bulun. Medeniyetin olduğu, gecelerin aydınlatıldığı bir gezegen.

 Dünya’nın en iyi manzarasına ev sahipliğini yapan yer Ay’dır. Burada halen bir otel inşa edilmemiş olmasına gerçekten çok şaşırıyorum. Yahu Ay’daki yerçekimi ile bir havuzda yüzmek nasıl bir duygudur? Kim bunu hissetmek istemez ki?

 Bu arada Ay’da yaşayan insanların hayatları %70 oranında artıyormuş. Yani Ay’da yaşarsan 140-150 yaşına kadar yaşıyorsun ve bunun büyük bir kısmı gençlikten oluşuyor. Ama öyle “Ay’a ayak bastım ben. Ben niye yaşayamadım o kadar o zaman?” denilmemeli. Burada anlatılan öyle iki üç gün değil, tüm ömrünü Ay’da geçirmektir. %70 uzun yaşam veriyorsa ben çocuğumu ilk okuldan itibaren Ay’da eğitime yönlendirmek isterdim.

 Konu uzay olunca sonu gelmiyor. Uzayında sonu var mı yok mu o bile belli değil.

 Ay uzayda yaşam keşfi için en uygun yerlerden biridir. Atmosferi olmadığı için Evren’in dört bir yanından gelen meteorlar Ay yüzeyine engelsiz bir biçimde çarpmaktadır. Bu esnada Dünya’daki gibi atmosferin sıcağı ile kavrulmazlar. Direkt Ay yüzeyine inerler. Bu meteorların bazılarının deliklerinde yosun ya da parazitler veya bakteri ya da biyolojik hücre falan bulunabilir. Dünya’ya gelen meteorlarda bunları göremeyiz. Çünkü atmosfer hepsini yakar. Ancak Ay’da bozulmamış meteor toplama şansımız var. Bunu neden yapmadığımız akıl alır bir muamma değildir.

 
-Zor olan yapılınca yapmayana kolay görünür.

 
-Türkiye’nin en büyük olmasa da en öncelikli derdi: Akp.

Niye? Çünkü Akp gayrimeşru bir hareket. Toplumsal destek alıyor olması bu gerçeği değiştirmez. Fetö’nünde yaklaşık 10 milyon sempatizanı vardı. Akp gayrimeşru bir hareket. Çünkü T.C. Anayasa Mahkemesi Akp’ye siyaseti yasaklayan kararı bundan yaklaşık 20 yıl evvel almıştır. Bununla beraber Recep Tayyip Erdoğan’a siyasi yasak getirilmiştir. Bu karar Türkiye’nin en iyi müfettişleri, hukuk insanlarının çalışmalarıyla ortaya çıkarılan, terör örgütleri ve cumhuriyet karşıtı yapılanmalarla yakınlaşmadan oluşan dosyadaki kanıtlar Recep Tayyip Erdoğan’ın bir Türkiye’nin yerine İran’ın, Suudistan’ın menfaatlerine hizmet edeceğini net bir biçimde ortaya çıkarmıştı. Bunun üzerine siyasi yasak geldi. Recep Tayyip Erdoğan genel seçimlerde aday olamadı. Ancak bundan sonra kayış koptu. Genel seçimden iki hafta sonra Siirt milletvekilinin milletvekilliği düşürüldü ver yerine “yedek kadrodan” Recep Tayyip Erdoğan dahil oldu. Böylece Siirt milletvekili olarak Meclis’e girdi.

Yahu bu gayrimeşru değil de nedir? Bu devleti dolandırmaktır.

20 yıl boyunca iktidara yapışmış olmak bile dev bir yolsuzluğun döndüğünün kanıtı. 20 yıl sonra Türk Anayasası Cumhurbaşkanlığı için en fazla 2 dönem görev salahiyeti vermesine rağmen 3. dönem için hevesli bir Recep Tayyip Erdoğan var.

 
-Tansiyonu düşürmesi hedefiyle; Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul Kürsüsü mikrofonunu gezici mikrofon yapsak mı acaba? Milletvekilleri konuşmalarını yaparken salonda dolaşabilsinler hesabı.

 
-Mesafe üstü ekonomik ortaklık.

Brezilya ile Türkiye’nin aynı para birimini kullanması: Lisso

Birlik için illa sınırdaşlık gerekir mi?

 
-Türk Osmanlı Devleti’nin asli çöküş sebebi: kölelik.

Tarih şu kronolojiyi ortaya çıkarıyor: Türk’ün Akdeniz’in mutlak hakimi haline gelmesi Batı Avrupalı devletlerin Akdeniz’de vergi vermeden ticaret yapmalarına engel getirmişti. Hepimiz biliyoruz. Bunun neticesinde Batı Avrupa Hindistan’a ulaşmanın alternatif bir yolunu aramaya koyuldu. Ümit Burnu dolaşıldı. Kristof Kolomb bu hareketlilikte Amerika kıtasını keşfetti. Devasa verimli araziler ve bir çok maden. Amerika dokunulmamış bir Cennet’ti.  Dev bir Cennet.  Batı Avrupa burayı hemen değerlendirmek istedi. Ve ancak dev araziler dev nüfuslar gerektiriyordu. Batı Avrupalı vatandaşlar ise hiçte yeni diyarlara gitmeye hevesli görünmüyordu. Yoğun insan gücüne ihtiyaç vardı. Bu ise köleliği hortlattı. Afrikalılar en savunmasız insan kesimi olarak köleliğin birincil mağdurları oldular. Yüzbinlerce, milyonlarca Afrikalı Amerika’ya taşınıyordu. Pek çoğu yolda ölüyordu. İşte bu Türk Osmanlı’nın sonuydu. O esnada aslında Türk Osmanlı sanayi devrimini Dünya literatürüne kazandırmak hazırlığındaydı. Ve ancak Batı Avrupa’nın bir anda milyonlarca bedava işçi elde etmesi ekonomik olarak mücadele edilebilir bir durum değildi. Bu haksız rekabetti. Türk Osmanlı’da inanç gereği kölelik yasaklanmıştı. Ezanı ilk okuyan Hz. Bilâl’in eski bir köle oluşu, Hz. Peygamber’in köleliğe yaklaşımı… tüm bunlar Türk Osmanlı’yı kölelik yapamaz kılıyordu.

Bazıları savaşlarda alınan esirleri kölelik ile karıştırırlar. Bu yanlıştır. Esir seni öldürmek isteyen bir insanı canlı ele geçirmektir. Köle suçsuz, günahsız bir insanı çalışmaya zorlamak ve onun insani haklarını yok saymaktır.

İşte Türk Osmanlı’nın en temel çöküş nedeni budur.

Bu arada nedense kimse şundan bahsetmiyor: Türk’ün bundan 2.000 yıl evvel başlattığı Batı’ya doğru ilerleme hareketi resmen Amerika’nın keşfine sebep olmuştur. Türk Batı Avrupa’yı Amerika’ya itmiştir. Ve bu itiş Teoman zamanlarında, Atilla zamanlarında başlamış olan bir baskıdır.

Herkes Amerika’nın bağımsızlık mücadelesinde Fransa’nın ABD’ye nasıl destek olduğunu anlatıyor. Neredeyse herkes biliyor bunu artık. Peki ya Fransa’ya kim destek veriyordu? Kim Fransa’ya faizsiz ve yüksek miktarda borç veriyordu? Kim Fransa’yı ticaret vergisinden muaf tutuyordu? Kim Fransa’nın donanma gemilerini üretiyordu? Yahu Türkiye yapıyordu bunları.

Uluslararası ve tarihi haritaların çoğunda 18. ve 19. yy. Osmanlı Devleti’nden “Türkiye” olarak bahsedilir. Yani Osmanlı’nın dağılmasından neredeyse üç yüz yıl evvel hüküm süren devlete Türkiye denilmekteydi.

 
-Oval Ofis’te masa niye cama göre değil yahu? Yani doğal olan çalışırken camdan dışarı bakabilmek değil mi? Hayır yani ulusa seslenişlerde başkanlar hep cam pencereyi arkalarına alıyorlar, o yüzden diyorum.

 
-İncil’in Arapçası nasıldır bilenimiz var mı? Varsa bile çok değildir. İncil’in Arap dilinde Kur’an’a benzer bir ahenk ve kafiye kazanması bir mucize midir? Şiirsel, melodik, harmonik bir dil. Kur’an’da böyledir. Ve İncil ile Tevrat’ın Arapça’ya tercümelerinde de buna benzer bir etkileşim görülebilir. Arapça’ya tercüme edildiğinde ilahi bir ifade kabiliyetine ulaşan her kitapta bir mucize yer alıyor olabilir.

Belki de Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi Arapça’da muhteşem bir kasidedir?

Yenisey Anıtları’nın Arapça tercümesi belki de kafiyelerle süslenmiş bir şaheserdir?

 
-Düşünce hayatın dışından, düşünülünce hayata dahil olan bir şey mi?

 
-Böceklerle ilgili sevmediğin bir yön var: böcekler nedense kendilerini sevdirmiyorlar. Yani bir çok farklı canlıyı sevip okşayabilir insan. Ve ancak böceklerde bu pek yok. Hiçbir uçar böceğin canlı iken kanatlarını okşamışlığım yok. Çünkü böcek iki içgüdüden ibaret: kaç ya da saldır.

 
-Dünya insanlık tarihinde eceli gelmeden en çok ölen millet Türk’tür. Araba kazaları, depremler, maden göçükleri, iş kazaları, savaşlar vs… Bunlardan ötürü Türk kadar ölmüş bir millet Dünya’da yok. Bak 5.000 yıllık tarihimize. Say. Bize en yakın 10 milletin toplamının 3 katıdır durum.

 
-Ay’a gidiş, uçak gemisi iniş kalkış tertibatı… baya baya, dolu dolu delice işler. Kanca ile uçak yakalamak?

Ay’ın uzaklığı ile böbürlenecektim ama 384.000 km öyle aman aman bir uzaklık değil. Ancak Ay’a gidişin her aşaması delice: Roket ateşlenir, yükselir, yükselir, boşalan hazneleri bıraka bıraka atmosferden çıkar, bunun üzerine astronotları taşıyan modül ayrılır ve Ay’a yolculuk için jet ateşlemesini yapar, Ay’a gelince duruş başarılır, Ay’ın yörüngesine modül ile yerleşilir ve bir kapsül modülden ayrılıp Ay’a F35 misali iniş yapar (1969’da. Bugün 2023 F35), astronotlar kapıyı açar ve Ay’da yürürler, Amerikan Bayrağı’nı diker ve örnekler toplarlar, ardından tekrar kapsüle girerler, inişi gerçekleştiren bölüm şimdi ateşleyici rampa olacaktır, kapsül ateşlenir, Ay’ın atmosfersiz oluşu bu yolculukta az enerji harcanmasını sağlar, rampa Ay’da kalır, kapsül Ay’ın yörüngesinde bekleyen modül ile kenetlenir, sonra Dünya yolculuğu başlar, Dünya’ya gelince duruş başarılır, atmosferden içeri girilir, muazzam ısı, sürtünme ve ses, yere yaklaşınca paraşütler açılır ve okyanusa inilir, anında helikopterler gelir ve astronotlar dışarı çıkar.

Bu anlatının her merhalesi delicedir.

 

Bugün  19 Mart 2023  Pazar   15:03     İstanbul    Bahadır Gezer​

-Şokunu atlatamadığım olay Fenerbahçe taraftarının Putin yanlısı tezahüratıdır. Yarım yüzyıl boyunca Türkler’e karşı bilfiil asimilasyon uygulayan Rus’un yanında durma vaziyeti var. Aykırı olup ilgi çekebilmek için bu tutumu sergileyen yavan cahiller son altı ayda Ukrayna’da savaş sebebiyle ölen çocuk sayısını biliyorlar mı acaba? Sen sanıyor musun ki Rus Ordusu senin ordun gibidir? Adamlar sarhoş vaziyette tank kullanıyor be! Ondan sonra nereye olursa savuruyor cephanesini.

Ya kime ne anlatıyorsun? Fenerbahçe taraftarı, binlerce kişi, İstanbul’da nasıl Putinci duruş gösterir?!

Kırım’ın durumu, Türk’ün olan biten saha üzerindeki tarihi yükümlülükleri falan umurunda değil bunların.

Böylelikle Dinamo Kiev’in maçlarından birini İstanbul’da oynaması ihtimali de kalktı. Her detayıyla ve açık bir biçimde sıçmıştır Fenerbahçe taraftarı. Her ne açıdan bakarsan bak olay rezalet. Bombok bir vaziyet.

Futbolcunun anası ölse maç boyunca yarasını deşmek için anasına mı söveceksin?! Pis, terbiyesiz, seviyesiz, karaktersiz kof mahlukat!

Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste.

 

Bu esnada Rusya’nın despotu Putin ile T.C. iletişimde. Hem de en üst seviyede. Burada olacak olan nedir? Rusya “Benim oluşturduğum yeni dengeleri kabul et ve tanı.” diye telkinde bulunacaktır Türkiye’ye. Türkiye ise karar alamayanın kanun hükmünde kararnameleri imzalaması dönemini yaşamakta. Yani kabul edecektir. T.C. delikanlı tutum sergileyip “Suriye’den elinizi eteğinizi çekin!” diyebilir mi Rusya’ya? Rusya’nın Türkiye’nin kuzey ve güneyine yerleşmesinin Türk için anlamının ne olacağını anlamak zor olmayacaktır diye düşünüyorum.

Bakınız; Türkiye Cumhuriyeti Devleti iki bin yılı aşkın bir devlet geleneğinin, örf ve adetinin devamıdır. Yani bu devlet herhangi bir yönetici zümreye ihtiyaç duymadan bile çarklarını çevirmeye devam edebilir. Ülkenin Cumhurbaşkanı olmasa ne olur? Yine millet işine gücüne gider, gene millet her zaman ki yaptığı yapar, ettiğini eder. Peki ben bunu niye söylüyorum: Baktın senin kalkışın bir zarar, oturman ayrı bir zarar, o zaman konuşma yahu. Etliye sütlüye karışma. Otur ofisinde sakız çiğne. Ama Türkiye adına bir şeyler yapma hevesinde olma yahu.

Yahu bundan 20 yıl evvel Dünya’nın en gelişmiş 12. ülkesi idik. Şimdi 22. sırada olduğumuz söyleniyor. Bu yeni sıralama resmen tanınmadı ama durum bu. Yani biz 20 yıl boyunca hiçbir şey yapmadık mı? Tabii ki kötü yönetime rağmen ürettik, tükettik, yaptık. Ve bu bizi 20 yıl öncesine oranla doğal olarak daha güçlü yaptı. Ve ancak bu listede yer alan diğer ülkeler bizim ki gibi berbat bir yönetim algısının bağımlısı olmadılar. Biz 2 gelişirken, onlar 5 geliştiler.

Gayrimeşru yönetimin tepesindeki kişi kurucusu olduğu partisini kime emanet edeceğini bilemediğinden bu sürümceme devam etsin istiyor. Ona göre insanlar hükümet seçimlerinden ziyade Akp’nin genel başkanlığına kim gelecek sorusuna odaklanmalı.

Gayrimeşru kuvvetli bir itham öyle değil mi? 1999-2000 yıllarında taze bir örgütlenme olan Akp T.C. Anayasa Mahkemesi tarafından sanık sandalyesine alındı. Partiye ve kurucusuna siyasetten men cezası verildi. Böylece Akp defteri kapandı derken, ardından bu görülen 20 yıl geldi. Bu demektir ki Türkiye’nin en üst mahkemesinin kararı uygulanmamıştır. Bu demektir ki bu örgüt gayrimeşru bir örgüt. Yasadışı yollarla iktidarı ele geçirmiş olan teröristik bir yapı. Terörist olduğunun farkında olmayan teröristler devri. Terörizm insanın içine işleyen bir zehirdir. Bilinç altında insan bu konu hakkında bazen isteyerek bazen ise istemeyerek beyanatta bulunur. Bundan yıllar evvel bir 23 Nisan günü dönemin başbakanı olan bugünkü yönetimin ucu başbakanlık koltuğuna oturmuş olan kız çocuğu kendisine “Ben şimdi ne yapabilirim?” diye sorunca şu yanıtı vermişti: “Artık başbakansın. İster asar, ister kesersin! Hıhaha! Mıhaha!” Etrafta ki kişiler de sırıtmayı tercih etti. İşte tam da bu teröristik algıdır. Bilinç altını vandallığa teslim etmiş zihin yapısıdır bu.

Akp kendisini Osmanlı ile özdeşleştirmeye çalışıyor. Türk Osmanlı sempatizanı isen Akp’li olmalısın gibi bir durum oluşturmaya çalışıyorlar. Yahu Türk Osmanlı tabii ki her daim ve her ülkenin dersler alması gereken bir devlet idi. Türk Osmanlı’da padişah denilen kişi 5 yabancı dil bilir, musikide her saza hakim, coğrafya bilgisi muazzam, en kıdemli alimlerden alınmış fen eğitimi ile donatılmış, askeri sanatta tecrübesi ve kabiliyetleri yüksek insan demekti. Akp Osmanlı’yı örnek alıyorsa nasıl oluyor da 20 yıl boyunca iktidarın tepesinde yer tutan kişi bu koca 20 yılda bir dil öğrenmeyi düşünmüyor? Yahu Fiorentina’ya giden teknik direktör bir yıl sonunda nasıl İtalyanca konuşuyor? İş öğrenmeye gelince tıslayan bir akli yapı. Halbuki devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk savaş meydanlarında göstermiş olduğu üstün performans ve teşkilatçılık bazında sağlam disiplin tesisi ve her türlü devlet işiyle alâkadar olmanın yanı sıra Latin alfabe ile Türkçe yazmayı öğrenmiştir. Evet, bütün bu hengame ve tantananın içinde alışagelmiş olduğu Arap alfabesi ile yazımın yerine Latin alfabe ile yazmayı öğrenmiştir.  Yabancı dil öğrenmemeyi Türkçe milliyetçiliği zannedenler yönetici “One minute! One minute!” diye yırtınırken de alkışlıyordu. 

Konunun çığ etkisi var. Anlattıkça dahası akla geliyor. Bu konu ile ilgili yeteri kadar net olduğunu söyleyebileceğim: www.atavratpusat.com sitesinin ziyaretini tavsiye edebilirim.

 

-Ayasofya. Öneminin izahatına girmek istemiyorum. Yalnızca şunu tekrar hatırlatmam gerek: Bu sitenin farklı sayfalarında daha evvel anlatılmış olduğu gibi; Ayasofya bir yapıdır. İnşai bir yapı. Roma’daki Kolezyum’da bir inşai yapıdır. Bugün Roma’daki Kolezyum’u modern futbol maçlarına açmak ne anlam ifade ediyorsa Ayasofya’nın sınırsız ziyarete açılması da aynı anlamı içerir. Ramazan Bayramı Namazı’nda 70.000 kişi Ayasofya’ya gittiğinde, 70.000 secdeye Ayasofya nasıl bir yanıt verir? Bunun hakkında gerekli araştırmalar yapmadan antik bir yapıyı böylesine tehlikeye atmak kabul görülebilir bir algı değildir.

Ayasofya’nın ziyaret serbestine Korona virüsünün en tavan yaptığı esnada geçilmesi ise akıl almaz bir durumdur. Ayasofya'nın ibadete açılması böyle mi olmalıydı? Yangından mal kaçırır gibi. Halbuki öyle bir açılış olmalıydı ki Dünya’nın tüm İslam ülkeleri liderleri açılışa gelmeliydi. Dünya’nın dört bir yanından halılar ve kilimler ve dev porselenler kabul edilmeliydi.

Ama böyle olmadı.

Uzun lafın kısası: Ayasofya yaşında ve mimari sınırları zorlayan bir yapıda 70.000 secde olunca ne olur? Allah muhafaza bir göçme olursa yöneticinin ne diyeceği belli; “Ben mi gidin dedim?”

Son zamanlarda bu konuyu gündeme taşıyan Prof. Dr. İlber Ortaylı sayesinde Türkiye’de ilmin tamamen bitirilemediğini görüyoruz.

Ayasofya’da ibadet aşktır. Bunu sebep edip Ayasofya’nın yapısına zarar verme riskini almak ise zinhar tamamen şerdir.

Ayasofya’ya aynı esnada kaç kişi girebilmelidir? 100? 150?

Uluslararası bir test değerlendirme kurumunun yapmış olduğu bağımsız çalışmalar doğrultusunda Ayasofya’nın dayanıklılık testlerinden “ başarı” ile çıktığını mı gördük? Böylesine eski bir yapıyı tehlikeye mi atıyoruz?

 

-Haram alın teri.

Bizde yaygın olan kanı; alından ter akıyorsa yapılan iş iyi bir iştir. Yahu herif çalarken çırparken şapır şapır ter döküyor. Buna ne diyeceksin?

 

-Tankta kavga. Evet, tankın içi. 4 kişi. Daracık bir alan.

“Ya kardeşim kaç defa diycez osurmayın şu kodmun yerinde lan!”

‘Cidden çok kötü koktu ya.’

“Olm siz biz şaka falan mı yapıyoruz zannediyorsunuz lan?! Olm bu içine sıçtımın tankı 50 milyon Dolar lan! Savaştayız s.ktimin yerinde! Ne diye osuruyonuz olm lan!”

+Abi naapalım yani? Her seferinde kapak mı açıcaz?

“Güzel kardeşim, o zaman o memleketten getirdiğin macunları mucunları falan yiyip yiyip bizim ağzımıza sıçmayacaksın. Anladın mı canım kardeşim?”

 

5 Ağustos 2022    Cuma    19:30          Bahadır Gezer

-Vakit kaybetmeden, hâd sınırlarını zorlamadan Türkiye’ye bir öneri sunacağım.

Konu askeri jet ile ilgili. Yani biraz da F35 ile ilgili.

Bu F35’i özel yapan; giz modu ve dikey iniş kalkış kabiliyeti. Peki bu dikey iniş kalkış kabiliyetinin tarihçesi ne? Kısaca: Önce Kartal isimli Ay Modülü’nde kullanılmış bir teknolojidir. Sonrasında İngiliz Donanması Harrier isimli bir jet üretir. Burada Kartal’ın teknolojisi örnek alınır. Harrier Britanya Paydaşlığı ve ABD dışında hiçbir ülkeye verilmez. Sonra F35 üretilir.

Önerim şu: Türkiye Harrier satın almayı düşünür mü?

Lütfen F35 ve Harrier uçaklarının fiyatlandırmaları ile ilgili bağlantıyı görünüz.

 

-Nükleer ulaşım. Yüzer kasabalar olan dev uçak gemilerinde ve yıllarca limana yanaşmayan denizaltılarda kullanılan alternatif bir ulaşım biçimidir. Ulaşım için kullanılabildiği ortadadır. Peki arabalarda niye bunu kullanmıyoruz? Arabanın motoruna yerleştirilecek mikronluk miktarda uranyum ile 200.000 km yol kat edebiliyorsak, benzinden çok daha ekonomikse niye bunu kullanmıyoruz? Güvenlik sebebiyle mi? Yahu arabanın ulaşılmaz birçok parçası var. Yani uranyum açılamaz bir haznede muhafaza edilebilir.

Peki biz bunun neresinde yer alabiliriz? Anca bekleyeceğiz ki farklı bir yerlerde böyle bir uygulamaya geçilsin.

“Nükleer küçük çaplı kullanılamaz” görüşüne katılmak için ise bir sebep yok. Çünkü kullanılan olası uranyum miktarı neredeyse kullanılamayacak kadar azdır. Ve fakat otomobile yüzbinlerce km boyunca enerji sunabilmektedir.

 

-Zaman yerdir. Tüm Evren’e eşit mesafede ve tüm etki alanları dışında bir yer. Alem’deki tüm gök cisimleri bu yere eşit uzatlıktadır. Buradan 8.000.000 milyon ışık yılı uzaklıktaki bir gezegene bakıldığında, gezegenin görüntüsünün dolaşım hızı sebebiyle, 4 ay öncesi ve 20 yıl sonrası görülebilmektedir. Mesafe etkisi.

Bu yeri bulacağız.

 

-Hileli Olimpik Havuz. Bazı kulvarlarda zıt yönde akıntı var. Yarışmacılar mücadele ederken oluşan görüntüden dolayı bu anlaşılmıyor. Zaten öyle dere akıntısı gibi bir şey değil. Oldukça minimal bir akıntı. Ve fakat bu yüzücüden birkaç saniye bile çalabiliyor.

 

-Rahiplere “Hayır” demenin kötü bir şey olmadığının hatırlatılması gerekiyor. Bir rahip rahatça “Hayır” diyebilmeli.

 

-Dünya’yı kurtarmak değil, zarar vermeyi bıraksak… ben buzun kalanını nasıl koruyacağız demiyorum… Ben eriyen buzu nasıl geri getireceğiz diyorum.

 

-Grup halinde tımarhaneye kaldırılma diye bir şey var mı?

“Bunlar grup halinde delirmişler.” diye bir durum var mı?

 

-Stadyum kavgası nasıl bir olaydır yahu? Mesela ben karşı tribündeyim, kale arkası tribüne bir bakıyorum; yüzlerce kişi birbirine girmiş yumrukluyor, tekme tokat kavga ediyor! Stadın oturaklarını kırıp söküp bunları atanlar mı dersin. Arada çaktırmadan önüne gelene bıçağı takanı mı dersin. Tam bir sosyal hengame. Başka yerde kolay kolay böyle bir şey göremezsin.

“Yürü olm. Yürü…”

‘Nooldu lan?’

“Kavga çıkıcak burda birazdan. Yürü öbür tarafına tribünün.”



“Tribünlerde istenmeyen görüntüler sayın seyirciler…”

 

-Amerika’nın 11 adet uçak gemisi var. Aslında bu sayı neredeyse 50’ye yakındır ve ancak devasa uçak gemisi denince ABD envanterinde 11 tane var. Bunu takiben Japonya ve Fransa’nın dörder uçak gemisi var.

Pentagon yapısını bilenler vardır. Pentagon binası beşgen şeklindedir. Bir ülke çok sayıda uçak gemisi üretecekse bu gemileri birbirlerine kenetlenebilir vaziyette yapabilirse dev Jumbo jetlere bile dilediği yerde iniş sahası sunabilecektir. Yani uçak gemilerinin yap-boz gibi birbirleriyle kenetlenmesinden bahsediyorum. 5 uçak gemisi birbirine kenetlendiğinde bir A380 bile buraya iniş yapabilir olmakta ise bunun faydasız olmayacağı anlaşılabilir.   

 

-Konular fazla askeri gitme teamülü gösteriyor.

“Adam Amerika’da umumi helâ işine girmiş abi.”

‘Manyak mıymış?’

“Abi ne alakası var? Bu Amerika’da caddelerde, sokaklarda falan işeyecek hiçbir yer yok. Esnafada soramıyorlar ayıp olur diye. Öyle bir kültür var orada. O sebeple umumi helâ ihtiyaç aslında.”

‘Nasıl? Para kazanmış mı?’

“Borsaya açılmayı düşünüyormuş ve ancak bürokratik engel varmış. İstemiyorlarmış helâ hissesi diye bir olay.”

 

-Kız arkeolog. Dinozor iskeletleri, Bizans ve Hitit kalıntıları gibi sürekli bir faaliyet içinde. Peki ben soruyorum: Uzaylı fosili bulsan anlar mısın? Uzaylı olduğunu anlar mısın?

Edebi olarak insanın iki insandan olma anlatısı aslında bir aşk anlatısıdır. Romantik.

Demek ki Yaradan romantik.

 

-Su altı volkanları. Bunları duymuşsunuzdur diye tahmin ediyorum. Okyanusun ücra bir yerinde deniz seviyesinin binlerce metre derininde, zeminde bir krater var. Bu krater bir su altı volkanıdır. Bunlardan Dünya’da faal olarak 26 tane var. Bunlardan 5 tanesi aynı anda patlasa ve bir hafta boyunca yansa Dünya deniz suyu sıcaklığının seviyesinin 3° artacağı düşünülüyor. Bu ise atmosferik dengeyi değiştirebilecektir. Seller, fırtınalar, kuraklık küresel bir tehdit halini alabilir.

Yalnız şu konuyu unutmayınız: Okyanus zemininde volkanlar gibi ayrıca gayzerlerde vardır. Bu gayzerler yer altı kaynağını püskürtürler. Ama bunu denizin dibinde yaptıkları için kimsenin dikkatini çekmez. Velhasıl, bu gayzerlerden bazıları ergimiş altın püskürtmektedir. Bildiğin altın. Ancak bu püskürtmeden kısa süre sonra dip zemin şartları altının üzerini örtmektedir.

 

-Müslüman Roma. Roma yani ve yani İstanbul. Romalı olmak başta çekici gelebilir ve ancak Roma demek kölelik demek, Roma demek gasp demek, yağmalamak demek. Roma’nın Müslüman olduğu Dünya’nın dikkatinden kaçtıysa varsın kaçsın.

 

-Trump’ın meskeni büro tarafından basıldığında Trump kendisi kalkıp Washington DC’deki federal büro karargahına gidip “Ne oluyor yahu? Ne istiyorsunuz?” diyemediğine göre ortada bir gariplik var. Trump’a ABD dışına çıkma yasağı gerekebilir. Çünkü topuklama ihtimali var. Film gibi: Adam Amerika’yı dolandırıp başkanlık bile yaptı. Sonra uçağına atlayıp topukluyor ve bir küçük ada ülkesinde kumsal hayatı yaşıyor.

Türkiye “Sayın Trump’a sığınma güvencesi verdiğimizi ilan ederiz. Buraya gelirlerse kendilerini en iyi şekilde ağırlayacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.” şeklinde bir yaklaşım sergiler mi?

Trump konusu ciddi. Adam Amerika’yı bölmeyi deniyor. Yine Güney-Kuzey biçiminde. Buna göre “Amerika eğer bölünürse bu ortada 1 yerine 2 Amerika olacak” demektir. “İki 1’den fazla olduğuna göre bu iyidir.”

Büronun yürütmekte olduğu bu soruşturma ayrıca Dünya’ya şu mesajı veriyor: Suça karışmış, gayrimeşru faaliyetlerde bulunan despotlar, diktatörler anlamalı ki yargılanabilirler. Kendi ülkelerinde ki güvenlik unsurları gerekeni yapmayı deneyebilecektir. Yani büronun bu uygulaması Dünya’nın pek çok yerindeki adaletli ve ahlaklı savcı, müfettiş ve memura moral olabilmektedir.   

Trump, ABD Başkanlığı’nın prestijini sarsmıştır. ABD Başkanlığı Youtube kanalı yayını yapmak gibi bir anlayışla icra edilmeye çalışıldı. Irkçı tutum meziyetmiş gibi lanse edildi bu süreçte. Trump’ın döneminde yaşanan milli ve küresel travmanın acısı ekonomiden bugün çıkıyor. Düşen üretimin, kaçırılan vergilerin, yabancı devletlerin kasalarına aktarılan Dolar’ların acısı şimdi çıkıyor. Amerika hiperenflasyon ile mücadele ediyor.

Trump’un halen işin ciddiyetini anlayıp anlamadığından emin değilim. Parmaklıklar arkasına giren ilk ABD Başkanı olabilir.

Ya da;

Bu soruşturma Trump için kendisine yöneltilen tüm iftiralardan aklanmak için bir şans. Büro “temiz” raporu verirse Trump açısından hukuki anlamda bir rahatlama sağlayacaktır.

 

-En iyi yıllarım 16 ile 24 arasında idi. Bu yıllarda Amerika’ya gitmiştim. Bu yıllarda üstü açık Mustang kullanıyordum. Daha ne diyeyim ki? Hani bir şeye sahip olunca bir tevazu falan olur ya, Mustang diyorum yahu. Üstü açık. Sırf bu bile o yılların en iyi yıllarım olduğunun göstergesidir. Maddi yükümlülük yok idi. Öğrenciydim. Kızlar güzeldi. Keyif vardı. Tasa yoktu. Rahatlık vardı. Gerginlik yoktu.

 

-“Duydun mu abi Fransızlar C harfi şeklinde sosis yapmış.”

‘Nasıl? Düz değil mi sosis?’

“Hayır abi… C şeklinde yapmışlar.”

‘Niye yapmışlar bunu?’

“Kgruasoğnların içine koymak içinmiş.”

‘E bana ne bundan?’

 

-Uzaylılar tabii ki insan kaçırıyor. Ama kimler olduklarını bilmiyoruz bile. Ayrıca uzaylı kaçırdığını niye geri getirsin? Atar uzaya olur biter. 8 milyarlık Dünya’da bir iki kişi eksilmiş, kim sallar?

 

Bugün 20 Ağustos 2022    Cumartesi  16:33       İstanbul    Bahadır Gezer

Semitik Kitabı Bahadır Gezer

-Tasarruf için elektrik kesimi saçmalığı… 30 yıl evvel kimselerde jeneratör yok idi. Ancak şimdi 500 daireli dev sitelerde, metroda, fabrikalarda hep jeneratör var. Jeneratör ise deli gibi yakıt-enerji tüketiyor. Normal elektrikten çok daha müsrif bir şey. Tasarrufmuş… Daha fazla zarar ediliyor.

 

Bunun yanında elektrik tasarrufu zihniyeti sebebiyle karanlık içerisinde kalmış olan bir İstanbul gerçekliği var. Roma, Kudüs ve İstanbul Dünya’da muhteşem aydınlatmayı hak eden şehirlerdir. Bu şehirlerin aydınlatmaları muazzam olmalıdır. Ve ancak biz İstanbul’daki anıtsal camileri ve külliyeleri bile aydınlatamıyoruz. Türbelerimizi aydınlatamıyoruz. Aydınlatma yalnızca göz zevki ile alakalı bir durum değil. Bu ayrıca güvenlik demektir. İyi aydınlatılmış şehirlerde suç oranı azalır. Yıl olmuş 2023, halen İstanbul’un şehir duvarlarını tamamen aydınlatabilmiş değiliz. Bu rezilliktir. Bu tarihi nitelik taşıyan mirasımıza saygısızlıktır. Başka bir şey değil. İstanbul’un harika bir ışıklandırma projelendirmesine ihtiyacı var.

“Yahu derdimiz bu mu yani?”

Bunun ne kadar önemli olduğunu anlayamayan zihniyet Dünya’nın en güzel siluetine sahip olan şehrini karanlığa hapsetmektedir.

 

-Vebal alabilir miyim?

Ruhuma saldırdılar… ancak ruhumun dokunulmazlığı var.

Tümün vebalini almak istemem.

Günahtan muafım ya ben?

“O zaman herkesin vebalini sana kitleyeyim?”

Hayır, tümün vebalini istemem.

 

-Şimdi şöyle desek; 3333 yılında Dünya insan için yaşanmaz olacak. Milyonlarca yıl sonra falan değil. Neredeyse bin yıl sonra. Konu bunun nasıl olacağı değil. Ama çok merak edilirse; bitki örtüsü. Yeşil örtü her yeri kaplayacak ve çoğu yaşam birimine hayat şansı bırakmayacak. Buzulların erimesi, çölleşme, kuraklık gibi etkenler bitkilerin bir tür süper genetik kod üretmesine sebebiyet verecek.

Peki biz ne yapmalıyız?

Küresel ısınma ile mücadele etmeli ve ivedi biçimde intergalaktik olmalıyız.

Bu gece yattın. Sabah uyandın ama her yer karanlık. Her yer bitki ile kaplı. Yollar, pencereler, kendi üzerin! Herkes bağırıyor ama kimse kimseyi duymuyor.

Asker savaşıyor. Yol açıyor. Açtığı yol 2 dakikaya kalmaz yeniden bitki ile kaplanıyor.

Okyanusların derinlerinden en yüksek dağların zirvesine kadar her yer bitki.

 

Bu vesile ile şu konunun gündemde tutulması faydalı olacaktır: Biz insanlar, yeteri kadar su tüketmiyoruz. Evet; yeteri kadar tüketmiyoruz. Çünkü suyun küresel dağıtımını başarabilmiş değiliz. Küresel bir su boru hatları ağımız olsa idi bugün Afrika kıtası su tüketimi yapıyor olacaktı. Bu şu demek: İsveç’te kışın yağan karlar baharda eridiklerinde dokunulmadan denize akacakları yerde boru hattı ile Afrika’nın göbeğine taşınır. Bu ise deniz seviyesinin yükselişinde azalma demektir. Bu ise atmosferik sıkışma azalacak demektir. Bu daha kaliteli hava demektir. Yapmamız gereken sadece suyun küresel tüketimini sağlamak.

 

-“Gerçek ile gerçek dışı arasındaki farkı anlamamak.”

Yahu gerçek dışı diye bir şey yoktur ki. Sadece gerçek vardır. Dolayısıyla bir fark falan olacak iki şey yoktur.

 

-“Living in Color” güzel program.

-Trump yeniden Başkan olursa III. Dünya Savaşı muhakkak olacak. Dünya’nın önde gelen ülkeleri yaldır yaldır silahlanıyor. Çünkü Trump bir manyak. Ve pek çok Amerikan manyak severdir. Dünya İnsanlık Tarihi’nin en önemli 5 figüründen biri olmaktır Trump’ın niyeti. Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Peygamber etti 3, Hitler 4 olsa… 5 Napolyon mu? Trump mı?

Bu sorunun cevabı 3. Dünya Savaşı’na bağlı.

 

-Tut-çek-fırlat-tut-çek-fırlat… uzayda salyangoz gibi yolculuk… ok yay gibin… oku atçaz… sağlam ok… tutuncaz oka, kendimizi ok ile ileriye çekicez… sonra tekrar atçaz oku… öyle öyle milyon km gitçez… enerji sarfi neredeyse sıfır.

 

-İki doğru bir doğruyu götürmez.

 

-Kendi toprağımızda yetiştirdiğimizi yiyemiyoruz. Bizim ürün kalite diye ihraç ediyoruz. Dandik, ucuzu ithal ediyoruz ve bunu yiyoruz.

 

-Uçak gemisi edinmeden evvel uçak gemisine ihtiyaç duyar hale gelmek gerek.

Anlaşırız bir Azeri petrol firmasıyla. Onlar teknolojik ve teknik alanda destek verir, biz ise finansman. Gideriz Meksika Körfezi’nde bir ülke ile anlaşırız ve kendi petrol platformlarımızı kurarız. İngiliz yapıyor, Hollandalı yapıyor; ben niye yapamayayım? Petrol platformu mutlaka kendi karasularımızda mı olmak zorunda?

Bunu yaparsak, işte bu noktada bize uçak gemisi gerekir. Çünkü okyanus üstü platformların güvenliğini sağlamaktır söz konusu olan.

 

-İran’ın nükleer silah edinme hevesi en çok Türkiye’yi tehdit etmektedir.

 

-Roma’ya cami inşa etmek.

“Roma’ya cami yapabilmek için onu fethetmen gerekir!”

Zaten ne diye Roma’yı zenginleştireyim ki? Roma önce abisi İstanbul’a biat etmeyi öğrensin.

 

-Denizler altında uzay gemisi…

 

-Bruno Mars’ın partisinde misafirlere sunulan döner ülkenin gündemine oturdu. Döner tıpkı pizza gibi yaygın bir yemek alternatifi olarak Amerikan mutfağına girdi. Türkiye’nin kârı prestij.

Messi “Hayatımda yediğim en güzel yemek Bursa’da yediğim döner iskenderdi.” dese yüz milyonlarca Dolarlık bir endüstri oluşmaz mı? Almanya’daki kebab house gibi.

 

-“Avdan yumurtasız dönen avcı değildir.”

Ormanda dolaşırken ayı görenler arasından biri:

“Cemil, şu ayıya gidip bir tokat atarsan 50.000 Dolar senindir.”

 

-Süperman Luis ile evleniyor.

Spiderman MarryJane ile evleniyor.

Superman’in bir oğlu oluyor.

Spiderman’ın bir kızı oluyor.

Aşık oluyorlar.

Çocukları nasıl bir şey olacak?

 

-Harley Davidson’lu getir kuryesi.

-Uzaya çıkan maymuna ne oldu? Yaşıyor mu hâlâ?

“Ne bilelim? Biz maymun göndermedik. Köpek gönderdik biz.”

 

-Harvard Mezunları direkt ilgi çekici tabii. Peki Harvard Mezunu hatunlar nerede? Yani Harvard’ın öğrencileri varsa yoksa hep sap. Harvardlı kızlar nerede yahu?

 

-Adam maçın ortasında çiş molası istedi olm lan! Adamın kulübeye nasıl bir işaret gösterdiğini öğrenmek isteyen bana 10.000$ ödeyebilir.

 

-Adama “Dünya’daki bütün parayı sana versek ne yaparsın?” diyoruz. “Harcarım.” diyor.

 

-Adam her duman verişinde “Püf!” diyo olm lan! İflit oldum!

 

-Futbol senaryo planı: kendi kalene hat-trick. Diyelim ki Liverpool’a İstanbul’da 6 çekmişiz. Evet, biraz fantezi bir gün olmuş. Liverpool 9 kişi kalmış. 6 tane gol atmışız ve dakika daha 70. İşte bu noktada planımızı devreye sokuyoruz ve maç içinde rakip kaleye hat trick yapan adamımız kendi kalemize de 3 gol atıyor. Maçı 6-3 kazanıyoruz. Bütün goller bizden. Dünya futbol kamuoyunun dikkatini uzun züre celb edecek bir durum.

 

-Yılan hayvanı uzayın yerçekimsiz ortamında nasıl hareket eder acaba? Ya da Uluslararası Uzay İstasyonu’nda bir kuş uçsa, nasıl uçardı acaba?

 

-Bir kerede iki kelle uçuran…

 

-2.500 yıl önce Orta Asya:

“Abi sen ne dersen de… avrat ata bakar… böyle beygir, katır üstünde adama kız nah verir! Bi senin ata bak, bi de şuna bak abi.”

 

-Soru: hayata yeni birşeyler eklemek istiyorsan  hayata mı odaklanmalısın?

Hayata hayatta olmayanı getirmek için hayatın dışına mı dikkat kesilmeli?

 

-Böcekler osurur mu? Osuruk böceği bile var. Dünya’daki tüm böcekler aynı anda osurunca hayat bitiyor falan…

 

-Sadece yaptıklarıma değil, lütfen yapmadıklarıma da bir bakın yahu.

 

-Oscar’a Başkan niye çağırılmıyor yahu?

 -Her saç teli ayrı renk ile boyanmalı hanımlar…

 -Bir adamın fotoğrafını çekelim, bir milyon tane çoğaltalım fotoğrafı. Sonra bu 1 milyon kopyayı yakalım, bakalım adama bir şey olacak mı?

 -Ezanı ezan ile yarıştırdılar. Müezzin Star

-Zıplaya zıplaya ilerleyen örümcek gördüm.

 Bugün  29 Haziran 2023  Perşembe   18:21   İstanbul Bahadır Gezer

Turkish Writer Bahadir Gezer

EN YENİ Paylaşımlar


-Olayların şekillenişlerine yön vermek. Bir devlet stratejisi olarak bunun vatandaşın faydasına olduğunu kanıtlar donelerin geçerliliği tartışılır olmasına rağmen tarihsel yer edinimde yadsınamaz bir etkisi olduğu görülebilir.

Türkiye bugün halen uluslararası sahada konuşurken Osmanlı’nın edinmiş olduğu tarihi mirası temel alarak konuşmaktadır. Halen 300 yıl önce yapılanları gündemde tutar haldeyiz. Türk olarak küresel bir prestijimiz var. Niye mi? Cevap Fatih Sultan Mehmet. İstanbul’un fethi. Prestijimiz bundan. Akdeniz havzasının birincil konumuna sahip olduğumuz söylenebilir. Bize prestij sağlayan şeyler hep 300-400 yıl önce yaptığımız şeyler. Bunda bir yanlışlık var. Osmanlı, küresel anlamda olan bitene biçim veriyordu. Peki ya Cumhuriyet?

Filistin hususunda Türk Milleti’nin oldukça saf, samimi duyguları var. Ben derim ki “ABD’yi örnek alalım.”. Yani nasıl ki ABD Kudüs’te Amerikan Büyükelçiliği açıyorsa biz de Kudüs’te bir büyükelçilik açalım… ve avlusunda Türk Bayrağı ile Filistin Bayrağı dalgalansın. Filistin Türk Büyükelçiliği’ni Kudüs’te açalım yani.

Kolay mı? Kanun hükmünde kararname ile olacak iş değil.

Karar almak, uygulamak. Operasyon yapmak. Aktif hareket içinde oluş. Bunlar Türkiye’yi bugünü ile prestijli yapar. Bunlar olursa bugünümüz ile övünürüz.

“Yunan Adaları’na çöp dökelim!”

Sen ne diyorsun kardeşim?

“Fikir yani! Yunan Adaları’na çöpümüzü dökelim. Bizi taciz ediyorlar ya Ege’de.”

O bir kere öyle bir şey değil. Sen olayı yanlış anlamışsın. Turgut? Bu arkadaşın adı neymiş bir not düşün.

 

-Yahu herkes S400’e, F35’e odaklandı. Bu esnada ABD çok geniş çaplı bir helikopter envanteri yenilemesi yürütüyor. Eski helikopterlerin yerini yepyeni, yerli yapım helikopterler alıyor. Bahsi geçen alımlar 10-20 helikopterlik değil. Bildiğin yüzlerce helikopteri kapsayan bir hareket bu. Bu demek oluyor ki yüksek miktarda helikopter hizmet dışına alınacaktır. Bunların içinde TSK olarak faydalanabileceğimiz helikopterler olabileceği kanaatindeyim.

Yaygın algı şunu diyebilir: “Bunlar Amerika’nın eskileri.”

Yahu helikopter 1980’de üretilmiş, en son 2022’ye kadar aktif görev almış. 40 sene. Demek ki bugün bu helikopterden edinmek 40 senelik bir kullanım süresi sunmaktadır. Askeri kabiliyeti bir orduya dahil olduktan sonra 40 sene yeterlilik göstermişse bu helikopterleri almak kötü bir şey olamaz.

“Amerika’nın eskisi…” Amerika’nın eskisi Dünya’nın 30 yıl ötesinde kardeşim. Uyanın buna artık.

 

-Alman Kurdu dediğimiz (K-9) köpek Dünya literatürüne “German Shepherd” olarak geçmiş vaziyette. Alman Çoban Köpeği demek oluyor bu.

Acaba Sivas Kangal’ı “Turkish Shepherd” diye patentlesek mi? Ancak Anadolu ve Orta Asya ile Kafkaslar’da daha farklı türlerde köpeklerimizde var. Yani zor bir konu bu? Türk Çoban Köpeği denilince akla Kangal gelsin mi? Bence gelsin.  Cins hayvan.

Ancak önemli bir konu. Tartışmak gerekir. Bugün Alman Çoban Köpeği denilince akla gelen hayvan direkt göz önünde canlanıyor. Diğer farklı türlerde Alman köpekleri söz konusu olmuyor. Turkish Shepherd dediğimizde Kangal akla gelecekse diğer yöresel köpeklerimiz arka plana itilmiş gibi olabilecektir. Tartışmak gerekir.

 

-Doğu’nun şartlarına uygun ağaç türü bu koca Dünya’da illa ki bulunur. İş ki “Sayın seyirciler, Moğolistan’dan sipariş edilen iki milyar fidanın ilk partisi yurda ulaştı.” biçiminde haberlerin altından kalkabilelim.

 

-13-14 yaşlarımdayken Türkiye’nin bir saltanata sahip olması gerektiğini düşünürdüm. Bazen bunu hayal ederdim. Ülkede Meclis var, hükümet var, Cumhurbaşkanı var ve ayrıca saltanat var. Bu saltanat ailesi daha ziyade magazinel bir varlık içindeler. Saraylarda yaşıyorlar. İlim ve sanat alanlarında faaliyet gösteriyor ve devletin bütçesinin belli bir kısmından faydalanıyorlar. Osmanoğulları. Türkiye’nin imajını olumlu etkileyecektir. Türkiye’nin tartışılmaz biçimde Avrupa’nın parçası olduğunu gösterir bir delil olur.

Kendimi böyle vesveseler ile meşgul ederdim 13-14 yaşımda. Yatağıma yattığımda Osmanlı Hanedanı tören kıtasının Sultanahmet Meydan’ında yapmakta olduğu geçidi hayal ederdim.

Aslında iş bundan ibaret değildi. Hakikatte saltanat demek, ülkenin tüm mülki varlığının sahibi yalnızca bir ailedir demektir. Aslında akıl alır bir şey değil. Yüzyıllar boyu hüküm sürmesinin sebebi aileye yakın olan diğer ailelere yapılan yardımlar ve desteklerdir. Yani monarşi aslında insanları satın alma rejimidir. Satın alınanların piyasa hakimiyeti satın alınmayanları geçtiğinde saltanat güç edinmiş olur.

Türkiye devlet rejimi tarihi konusunda Ahi Cumhuriyeti’ne bakabilir. Türkiye’ye demokrasi dersi vermeye yeltenen bazı Batılı devletlerin ise Türk’ün demokrasi kültürünün ne kadar zaman evvel yeşerdiğini görmeleri gerekir.

Osmanlı Hanedanı’nın yaşam alanı olarak Dolmabahçe Sarayı olarak tayin edilmesi gibi saçma sapan hayallere kapıldıkları için insanlar suçlanmamalı.

Kurtuluş Savaşı’nı kazandık, İstanbul’u fethettik, Belgrad’ı fethettik… Yarı-uzak tarihimizde yaptıklarımızdan bazıları bunlar. Yakın tarihimizde ise millet olarak yapmış olmaktan gurur duyacağımız bir şey yok. Maalesef durum bu.

Doğal ve sıradan bir devlet hizmeti olan metro yapımını devlet başarısı olarak addeder olmuşuz. Biz Dünya’yı etkileyen şeyler yapmaya yatkın bir millet olduğumuzdan dolayı bu durum bizde biraz stres yapıyor.

Yapamayacağını düşünerek yapmayışı kabullenmek ile yapabileceğini net bir biçimde bilmeye rağmen yapmayışlık arasında bir fark mutlaka vardır.

-Bu konu Dünya’da bir çok toplumsal bilimci tarafından seslendiriliyor; Özel yollar konusu. Buna göre şehir içinde ki yolların bazı şeritleri özel olacaktır. Bu şeritlerde gidebilmek için araba sahibinin ödeme yapması gerekmektedir.

Metrobüs yolları gibi yani. Örneğin 3 şerit olan E-5 yolunda bir şeridi ödeme yapan üye araçlara açarsak belki de iş için kullanılan ve keyfi olarak kullanılan yol ayrımını yapmayı sağlayabilir ve vakit ve dolayısıyla nakit kazanabiliriz. Hergün işine gitmek için bu yolu kullanması gereken kişi paralı yolda giderken, iki üç ayda bir bu güzergahta yolculuk eden biri ise ödemesiz yolda seyir edebilir.

Yahu “tüm yolları paralı yapalım!” diyenler bile var.

 

Bugün 12 Eylül 2022   Pazartesi   00:08    İstanbul         Bahadır Gezer 

-Bir ilki yaşıyorum. Bazıları buna eleştirel bakıyor ve fakat konu spor olduğunda ben her zaman Türk takımlarını destekledim. Galatasaray’da iyi olsun istedim, Fenerbahçe’de… Uluslararası müsabakalarda diğer ülkelerin takımlarına karşı üstünlük elde etsinler istedim. Dediğim gibi; kimi buna eleştirel bakıyor ve kulüp algısının bu yüzden sağlamlaşamadığından yakınıyor.

Ancak bunca yıl sonra bir ilk yaşıyorum: Fenerbahçe-Kiev eşleşmesi.

Ukrayna işgal altında. Direnişte. Mücadele içinde. Moral ve motivasyona ihtiyacı var. Bir sonra ki turda Stade de France’da mücadele etseler ve 80.000 Fransız seyirci Ukrayna’ya destek tezahüratları ile tüm Dünya’ya seslense? İhtiyacı var Ukrayna’nın buna. Fenerbahçe yenilsin arkadaş. Böyle bir şey diyeceğimi hiç sanmazdım. Farklı bir ülke takımına Türk takımının yenilmesini istemek. Ve fakat durum bu. Fenerbahçe bunun acısını Avrupa Ligi’nden çıkarsın.

Spor ile ilgili başladı yine bu gün. Muhabbete ilk girizgâha sebep olan…

 

-Bazı dillerdeki deyimler ve atasözleri farklı dillere çevrildiğinde çok tırt hale geliyor: “Siyah portakal yemek için iyi değildir.”

Ne ki şimdi bu? Bunlar atasözü mü oluyor? “Kokmuş balık yenmez.” desem ben şimdi; herkes bilir ki bunu. Bu cümle böylece atasözü mü oluyor? Olur mu böyle saçmalık? Atasözü anlam içinde anlam içerir yahu.

“Siyah portakal yemek için iyi değildir.” Artık başka ne yapılabiliyorsa çürük portakalla?

-‘Abi olay şundan ibaret: Afrika’da milyonlarca kabile köyü var. Ne elektrik, ne su… Sefalet… Ancak bu köylerin bazıları bazen safir, yakut, zümrüt, elmas madeni buluyorlar. Tabi kimsenin haberi yok. Kendilerine safir süslemeli kaşıklar falan yapıyorlar.’

“Bizi ilgilendiren kısım?”

‘Abi Afrika’ya gidip köy köy dolaşmaktan başka çare yok.’

“Bi de dolaşacak olan güvenilir biri olmalı.”

‘Biri mi? Abi bunun için ekip gerek.’

Motörrrr!

 

-İçimde evrimin Yaradılış ile çelişmediğini hissetmenin rahatlığı var.

 

İsrail. Olabilecek en anti-semitik uygulama İsrail Devleti ve onun hedefidir. Tüm Dünya’daki Museviler’i dar bir alana sıkıştırmanın gerçek amacı nedir? Batılı bir satılmışın vereceği icazet ile bölgedeki radikal yobaz terör örgütlerinden birine kitle imha silahı verilir. Bunlar bunu kullanırlar ve Musevi nüfusunun %95’i katlolur. İsrail bu projelendirmenin parçasıdır. Kudüs’te hüküm süren otoritenin bayrağında Haç, Hilâl ve Davut Yıldızı olmalıdır. Ancak bu konuda talebin İsrail’den gelmesi gerekirdi. İsrail bir Orta Doğu ülkesi olarak görülmez. Sadece bu bile absürt değil mi?

Müslüman’ın Musevi ile bir alıp veremediği yoktur. Müslüman’ın çatışması İsrailoğulları iledir. Müslüman’ın Musevi ile benzerliği farklılığından çoktur.

İnanılır gibi değil. Hıristiyan-Müslüman bir Yaradan’a inanıyorlar. İbadetlerini çeşitlendirmişler. Ve birbirlerine benzemelerine rağmen birbirleriyle anlaşmakta güçlük çekiyorlar. Ve ikisi de Çin’e, Hint’e yakınlaşmakta hiçbir vicdani engel yaşamıyorlar. Yani İngiliz’e göre Tunuslu ile anlaşmak Tayvanlı ile anlaşmaktan daha zordur.

Bir ülkenin aidiyetinin Museviler’de olması için o ülkenin çoğunluğunun illâ Musevi olması gerekmez. Kuveyt’te yaşayanların çoğu Kuveytli değildir. Bu Kuveyt’in Kuveytliler’in olduğu gerçeğini değiştirmez. Bununla birlikte Büyük Musevi Devleti Türk Hazar İmparatorluğu’nun Dünya Musevileri tarafından eğitim müfredatının dışına itilmesi ne kadar adil? Bununla birlikteyle birlikte; Türkiye’de eğitim sürecinde Hazar İmparatorluğu’na fazla değinilmemesi ne kadar sağlıklı?

 

-ABD kürtajı tartışıyor. Özellikle de son birkaç aydır. Amerika’da ne zaman medyatik hipnotizasyon yapılacak olsa ortaya kürtaj konusu atılır. Amerika’da bazı eyaletler yasaklamış. Sanki Amerika’da yasak olunca insanlar farklı ülkelere gidemeyeceklermiş gibi.

Konu tabii ki hassas. O sebeple kişinin beyan etmeden evvel kesin yargılara varmış olması gerekir. Ben doktor teşhisine odaklı olarak kürtajın olurluğunda kanaat getirdim. Embriyonun gelişiminde beklenmedik bazı sinyaller mi alındı? Çocuğun doğması annenin ölümü anlamına mı gelecek? Eğer böyle bir durum söz konusu ise annenin hayatının korunması esas olmalıdır.

-ABD deyince inşai olarak aklıma ilk gelenler: Hoover Barajı, Empire State Binası, Golden Gate Köprüsü

 

-Lütfen fırsat bulursanız James Bond sinema serisinin “From Russia with Love” -Rusya’dan sevgilerle- başlıklı filminde İstanbul’un sokaklarına, o zamanın İstanbullu ahalisinin nasıl olduğuna bakınız. 1963 yapımı olan filmden sonra 2006’da “Casino Royale” isimli çalışmada ise İstanbul sokaklarını, insanlarının aradan geçen zamana rağmen 200 yıl geriye gitmiş olduğunu görün.

 

-Bundan yaklaşık 4 yıl önce Almanca dili için YDS sınavına girdim. Sorunsuz bir biçimde sınav salonumu, yerimi buldum; oturdum ve sınavı beklemeye başladım. Kafamda bir şapka vardı. Polis aramasında kontrol edilmişti. Sınav görevlisi yanıma gelip şapkamı çıkarmam gerektiğini söyledi. Alındığım bu değildi. Alındığım; yan sırada kapkara çarşafıyla biri oturmaktaydı. Aynı sınava girmek için. Şapkanın içerdiği risk unsuru bu tüm vücudu kaplamış kara çarşaf için uygulanamıyordu. Kesinlikle tartışmaya girmedim.

Ve ancak bu anı unutabileceğimi sanmıyorum. Kimlik kartında kafanın belli bir kısmını örtücü aksesuvar kullanılamaz. Yani aslında kimlikte baş örtüsü kimlikte güneş gözlüğü gibi bir durum.

Baş örtüsü dini temsil ediyorsa, onu taşıyanlar ne hadle dini temsile kalkıyor?

Ülkemizin kuruluşu sürecinde ortaya çıkan Kıyafet Kanunu bunun ile ilgili bir mevzuat ortaya koyar. Asli hedef devlet yapısının azı ile çoğu ile her inanca eşit mesafede olmasıdır. Buna göre asker olmayan asker üniforması ile sokaklarda gezemez. Polis olmayan polis üniforması ile sokaklarda gezemez. İmam olmayan imam cüppesi ile sokaklarda gezemez. İlahiyat mensubu olmayan öyleymiş gibi dini temsil taşıyan giyimi kuşanamaz.

Bazı yerlerin adabı vardır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’na saç sakal çıkmak sığlıktan başka bir şey değil. O kurulda sakalda garip kaçar, mini etekte garip kaçar. Oranın sahip olduğu bir yüce anlam ile tarih vardır.

Meclis’in berberi var. Olsunlar her gün traşlarını da adama dönsünler diye.

Halen inat ediyor: “İnancım!” diyor “Kimse müdahale edemez!” diyor ve kamuya açık alanda dini içerikli giyimi teşhir ediyor. Peki o zaman C kişi “Ben’de Hz Adem ve Hz Havva’ya duyduğum saygıdan ötürü, inancım dolayısıyla sokağa önümde sadece bir üzüm yaprağı ile çıkıyorum!” dese ne olacak?

 

Kendimi hedef haline getirebilecek ve daha da önemlisi insanların kalbini kıracak birşeyler söylemiş olmayı istemem.

Bunlar oldukça hassas konular.

Ve fakat inancım İslam’ın bir gericilik sebebi gibi gösterilmeye çalışılması beni üzüyor. Neden Dünya’nın en çağdaş ülkeleri İslam olmasınlar ki?

Kadınların daha bu yıl araba kullanma hakkına kavuşması, daha ergenliğe bile girmemiş kız çocuklarının kafalarının kapanması, topluma açık yasal linç… Bunlar bizi ancak ve sadece geriye taşıyor.

Konu Şeriat ise; Şeriat bir devlet rejimi ya da siyasi bir doktrin değildir. Şeriat, Yaradan ile kul arasındaki kontrattır. Şeriat olması için devletlerin bir araya gelip imza atması gibi uygulamalar gerekmez. Şeriat bir belgeye ihtiyaç duymaz.

Konu Ümmet ise; Ümmet farklı kavimler ve milletlerin beraberliği olarak tanımlanmıştır. Bu durumda Ümmetçi olmak için milliyetçi olmak gerekmektedir. Ümmet var mı? Yahu kendine sor: Pakistan-Hindistan anlaşmazlığında gönlün kimden yanaydı? Pakistan tabii ki. Bize Kurtuluş Savaşı’mızda destek veren din kardeşlerimiz. Pak insanlar diyarı Pakistan. Bunun sebebi Ümmet’tir.

Bu konularda hislerim her ne kadar artık pek değişmese de bunların her anlatımı zordur. Şu anda yanaklarım terliyor ve kulaklarımın içi yanıyor.

 

-Beyaz Saray aradan geçen bunca zamana rağmen niye hiç genişletilmiyor?

 

-Amerika sanki küstü! “200 sene boyunca uğraştık. Demokrasi olsun, bağımsızlık olsun, refah olsun, barış olsun diye debelenip durduk. Ve ancak bir işe yaramıyor. Geldiği nokta bu işte! Ben artık bir şey yapmıyorum!”

Sanki bu biçimde tavır koyuyor ABD. Şu anda Dünya’da Ay’a ayak basmış ve yaşayan bir tek kişi bile bulunmamaktadır.

 

-“Abicim bu kırma/melez hayvan işinde çok para var.”

‘Diyorsun? Anlat bakayım; nasıl mesela?’

“Abi bir kere cins atların çiftleşmesi milyon Dolarlık olay. Yine hakeza farklı cinsten köpeklerin kırmaları için yine acayip acayip paralar ödeniyor.”

‘Biz hangi hayvanı melez yapacağız?’

“Biz böceklere odaklanacağız abi.”

‘Böcekler mi?’

“Şimdi abi yani tarantula ile eşek arısını çiftleştirebilirsek ortaya çıkacak mahlukatı hayal edebiliyor musun?”

‘Para getirecek mi bu iş bize?’

“Doğaya katkı sağlayacak ve hatta kiri temizleyecek canlılar yapabilirsek kazanırız diye ümit ediyorum abi.”

‘İyi. Şimdi ne kadar lazım sana?’

 

Bugün  22 Temmuz 2022   Cuma   22:49          İstanbul        Bahadır Gezer

2022 © www.bahadirgezer.blog Bahadir Gezer Tüm Hakları Saklıdır.